Bazı yollara gitmek istemiyorken gider, bazı sokaklara farkına varmadan girersin. Şu anda oturduğum bu mekana da ayaklarım getirdi. Alışkanlık haline gelmiş bir şey mi yoksa kendimi huzurlu hissettiğim için geldiğim yer mi bilemiyorum ama şu anda burada oturup yazıyor olmaktan keyif alıyorum.
Boş zamanlar, keyif aldığımız şeyleri yapmak için bir fırsat aslında. Yoksa tabir- i caizse hayatın kölesi olmuş gibi hissediyoruz kendimizi. Mutluluk, kendinle başbaşa kaldığında ortaya çıkan huzur, kendine değer verme ve benim için yazma eylemi… Yaşadığımızı hissetmek adına, kendi yolumuzu bulmak adına, tüm uyaranlara ve uyarıcılara rağmen anda kalmakta direniriz. Bizi mutlu hissettiren o ortamlarda, o sinerjiyi tutarız hayatımızda. “O, hayalini, düşlediğim yere gittim, o adımı attım ve o koltuğa oturdum yazdım. Şu kitabı çıkardım, şu hayalimi gerçekleştirdim” der ve bizi mutlu kılan bu alışkanlıkları devam ettirir sonrada gelecek olan güzel şeyleri bekler ve keyifle seyrederiz hatta yaşarız. Aslında hayatın da kırmızı, sarı ve yeşil ışığı var biliyor musunuz? Hazır ol, geç veya dur! diyen…
Radarlarımız açıksa bunu hissederiz ve amiyane bir tabirle radarlarımızı açmamız da tabiki kişisel gelişimimize ve zihin süzgecimize bağlı… Yaşanmışlıklar, beklentiler ve istekler bu noktada önemli. Şu birkaç günde ağrıdı yüreğim ve karnım. Çıkması gereken cümleler vardı. Hazımsızlık sadece yemek yemeyi çok kaçırınca mı olur sanırsınız? Duygular da hazımsızlık yapar, dışa çıkması gerekir bazen.
Hayatta sindiremediğimiz duygular ve davranışlar vardır, insanlar tarafından bize yansıtılan ve hatta istemediğimiz duygu ve düşüncelere maruz kaldığımız desek daha yerinde olur diye düşünüyorum. Toksik insanlardan kalma veya toksik insanlara maruz kalarak yaşadığımız duygular… Süslü ama zehirli sözler, arkasındaki zehirli bir bilince ve ötesinde zehirlenmiş düşünceye bakmak lazım. Yazarken sindirebiliyorum bazı sözleri. Çünkü insan sıkıntıdan feraha ermeye, bir inşraha meyilli.
“Tebdil- i mekanda ferahlık vardır” sözünü hiç düşündünüz mü? Bir insanın sözleri, niyeti sizi rahatsız ediyorsa hemen iyi niyetli bulduğunuz; güzel gören, güzel söyleyen insanla konuşma gereği duyar sıkıntılı bir ortamdan huzur köşelerine çekilme çabasına girersiniz. Ne diyor inşrah suresi:
Senin kalbini açıp genişletmedik mi?
Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı?
Ve senin şanını yüceltmedik mi?
Muhakkak her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var.
O halde, önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul ve yalnız Rabbine yönel.
Buradan anlıyorum ki tüm mesele bir işe veya bir yola koyulmakta… Sıkıntını, derdini yüreğinde taşırken yolda olmak önemli. Zor olan mesele de bu. Ama ne dedi bu dua bize? Her zorluktan sonra bir kolaylık var. Kendi yolumuzu bulmamız lazım. Sevgili gençler yalnız kalmaktan korkmayın. Hatta yalnız kalacağınız alanlar oluşturun. Çünkü sen; bir başkasının kelimeleri, cümleleri, bakışı, ön yargıları değilsin. Senin kim olduğunun cevabı, yalnızca sen de mevcut.
Potansiyelinin farkına var ve yola koyul. Ne istediğini bul ve ilerlemeye bak. O zaman niye kaçıyorsunuz kendinizden, hergün cafelerde yeni eğlence mekanları arayarak vakit öldürüyorsunuz. Tabiki dışarıya çıkıp arkadaşlarınızla cafede oturduğunuz sosyalleştiğiniz de olacak fakat buradaki önemli kavram “ denge” olsa gerek. Yeri geldiğinde kendinle başbaşa kalmalı ve geleceğine yatırım olacak şekilde çalışmalar yapabilirsiniz. Bu bir ders veya bir hobi olabilir veya yetenekli olduğunuz bir konu olabilir. Her şey kendini farketmenle ve sevmenle başlıyor. Bu sevme öyle bir sevme ki, kendini tanıma, hobilerini bilme, sevdiklerini- sevmediklerini, huzurunu- huzursuzluğunu…
Çocukken de hep kendi yıldızımızı bulup onunla yalnız kalıp hemhal olma derdine düşmez miydik? Gökyüzüne bakıp hayal kurmaz mıydık? Gecelerimizi niye yıldızsız bırakıyoruz o zaman? Hayatımızda kaybolmuş hissettiğimiz zamanlar da oluyor. Bulmak için yine yollara düşüyor, şehrin kucağına atıyor kendimizi ve yürürken bir şarkı mırıldanıyoruz. Şu an oturup yazdığım bu yerde, karşımda cami avlusunda oturan bir genç var. Kendimi gördüm o sahnede.
Balıkesir sokaklarında dolaşırken, nefes almak için bir cami bankına oturup insanları izliyordum veya şehir merkezinde bir bankta… Manevi yünümüzü uhrevi anlamda yansıtırız görebilenlere. Herkes gördüğü kadardır ben de.
Ufkumuzu açtık çok güzel. Peki bu ufku, nasıl doldurmak gerekir? Bir de bu noktaya değinmek isterim. Zıtlıklarda keşfedersiniz bunu. Nasıl mı? Siz muhabbete koyulurken, karşıdaki insana değerli olduğunu hissettirmeye çalışırken, karşıdaki sadece merakını gidermeye çalışıyor, senin hayatındaki detayların derdine düşüyor, bir şeyleri nasıl yaptığını merak ediyor ve bununla dertlenip seni bildiğin bir acından yaralamaya çalışıyorsa yanlış yerdesin demektir. Güzel insanlar o masada senin kalbine ferahlık katar, göğsünün boşluğunda huzuru hissettirir.
Enerji alamıyorsan o insandan yalnız kal, kal ki enerjine uyan insanlara davet çıkar. Kulaç atamıyorsan hayata, dur ve dinlen. Düşün ve özdeş duyguların ile… Demlensin düşüncelerin, duyguların, davranışların. Kulaç atmaya hazırlan hayata. Kanatlarını hazırla ve uçmaya bak güzel melodilerin olduğu yere. Hayatı bir denize benzetirsek, yüzdün yüzdün kenarlarda ve bilmediğin derinliklere geldin. Bu derinliklere hakim değilsin ve çırpınıyorsun boğulmamak için, bilmediğin bu derinlikte ayakların yere basmıyor, yorgun düşüyor ve kulaç atmayı bırakıyor ve çırpınıyorsun. Bildiğin derinliklerde yüzmeye devam etmeli.
Aslında yorgunluklarımız yolculuğumuza eşlik edenler ile de ilgili. Onları geride bırakmadık mı peki? Her halükarda evet… Yerini iyilikle ve bereketle bezenmiş; bizim yolculuğumuza eşlik edecek kişiliklere davet çıkarıyoruz o zaman. Sevgi ve saygı ile daha kuvvetli kulaçlar atacağız ve Hz. Ömer heybeti ile yürüdüğümüz yeri sarsacak adaletimizle iyi tarafımızla “ben burdayım” diyecek ve görmek istemeyen art niyetlere rağmen daha çok varolacağız, hem de iyiliği, insanlığı, merhameti, şefkati, adaleti taşıyarak karakterimizde. Hz. Ömer’ e; Allah’ ın kılıcı, Hz. Hamza’ ya; Allah’ ın aslanı denilirdi. Bir ayna misali gittiğimiz her yeri çiçeklendireceğiz, sahabeler kadar mukkadder olmasak da onları örnek alacak kadar bilgili ve bilinçli.
Peygamber Efendimiz de, bir hadisinde “benim sahabelerim; yıldızlar gibidir, hangisine tutunursanız sizi bana getirir.” demiştir. İyiliğin, güzelin timsali olmaya daha uyanık ve bilinçli iyi olmaya devam etmeliyiz. Kötülüğü taşıyan bedenlere, “ seni gözünden tanıyorum” diyecek kadar keskin bakmalı, sözlerimizin uslübu davranışlarımızın nezaketi ile savmalıyız kötü emelleri. Evet dünyaca susadık iyiliğe. Pes etmeden de taşıyoruz. Ama unutmayalım ki iyi olmak yetmez, bilinçli iyi olmak gerek. Bu yüzden çokça okumalı, bilmeli, gelişime ve öğrenmeye açık olmalıyız. Selametle…
YORUMLAR