Merhaba sevgili okurlar,
Malum ara tatil, öğretmen olunca evdeyiz. Tatil olunca ya gezmeye gidersin ya da misafir kabul edersin. Yani evde de oturabilirsin o da çok güzel. Çalışırken yapamadığın ev işlerini yaparsın, okumayı isteyip de okuyamadığın kitapları okursun, kendini dinlersin, dinlenirsin. Hepsi çok güzel, mutlaka yapılabilir. Ben bu tatilde misafirliğe gitmedim. Misafirlerin en hasını en kıymetlisini kabul ettim. Yani annemi! Annem uzun zamandır Manisa’ya gelemiyordu. Aslında geliyordu da günübirlik, geliyordu gidiyordu kardeşlerimle. Bu sefer yatılı geldi, hoş geldi, sefa geldi.
Annemle daha fazla zaman geçirmek için açıkçası yapacağım işleri de erteledim. O, Kur’an okurken ben de kitap okudum, kalan zamanlarda birlikte sohbet etmek için hep yanında oturdum. Sohbet ettik de. Bir ara telefonumda Bolu’daki yangın haberini gördüm. Normalde gündüz saatlerinde televizyon açmam. Ama haberi merak ettiğim için hemen televizyonu açtım. Hangi kanalı açtıysam hep yangın haberinden bahsediyor: 66 can gitmiş! Annemle çok üzüldük. Dertlendik, çok ölen var, diye. Bir ara annem “Bahanesiz ölüm yok!”deyiverdi. Ben, bir şey demedim ama gerçekten sadece bir yangın nedeniyle bu kadar ölüm olmamalı, diye düşündüm. Bundan sonraki sohbetimiz “ÖLÜM” üzerineydi. Büyüklerin hemen hemen her konuyla ilgili çok farklı söyledikleri sözler oluyor. Bu haber üzerine böyle birkaç sözü de annemden duydum. Yaş almak; tecrübe sahibi olmak, düşündüren sözler söylemek demek oluyor sanırım.
Ben ara tatil olduğu için çocuklu ailelerin otelde çok olabileceğini söyledim. Kış tatili için gidilebilecek bir yer olduğu için. Tabii çocuklu ailelerin ölüm haberlerine ben “Ah, vah” derken Annem “Eceli gelen geyik avcıya, eceli gelen insan ölüme kendi gider.”demez mi? Yine aynı mantık. Öğretilmiş, kabul edilmiş bir durum: “Ecel geldi cihane, baş ağrısı bahane!”
Haberleri takip ederken habere yayın yasağı gelmez mi! Bir habere, hele böyle bir habere neden yayın yasağı getirilir ki? Neyse annem bu sefer de “Gezmeye hiçbir yere gitmeyeceksin, böyle gittin mi, başına işler geliyor.” dedi. Anneme göre çok gezmeyeceksin, başına işler gelir. “Kimse böyle olmasını istemez ki! İnsan eve de kapanamaz ki anne.”dedim. Ne yapalım hiç evden çıkmayalım mı? Herkes maddi durumuna göre tatile, gezmeğe, bir yerlere gidiyor işte. Gitmeli de aslında. Anneme şunu anlatmaya çalıştım. Elbette bir yere, tatile gideceğiz ama gittiğimiz yerlerin güvenilir de olması gerekir. Bir işi düzgün yapamaz mıyız biz, yaptıklarımızı düzgün denetleyemez miyiz? En önemlisi de bu. Eş dost kayırma olmasa, her şey kuralına uygun yapılsa ne olur? Bu arada ölü sayısı 76’ya çıktı. Tekrar üzüldük. Dualar ettik: Allah’ım ölümün de hayırlısını, güzelini ver, diye. İnsanoğlu öleceğini bilen tek varlık. Ama ölümün ne zaman, nerede ve nasıl olacağı hiç belli değil. Bilemiyor insan nasıl öleceğini...
Gün boyunca ölümden, yaşamaktan konuştuk bugün annemle. Annem sohbet sırsında, “Elin ayağın tutarken çalışacaksın, gününü boşa geçirmeyeceksin.”dedi. Yani anneme göre yaşamak demek çalışmak demek. Ölüm ise hâlâ aynı inanmışlık, kabul edilmişlik hâli. Vakti gelen gider. Ölümün vakti saati yok. Bu dinî bir kabul ediş. Ölümü olgunlukla karşılama durumu. Kısacası: “Ecel sorup gelmez, gelse dönüp gitmez.”
Kimi depremden kimi yangından kimi kazadan kimi de kalpten… Bu aralar kalp krizi ve pıhtı vakaları nedeniyle ölüm haberleri çok. Yani hep bir sebep var. Yine dualara sığınıyoruz. “Allah’ım kaldıramayacağımız büyük acılar verme.”diye.
Millî yas ilan edildi yangın nedeniyle. Ölenlere rahmet, kurtulanlara sağlık, şifa diliyorum. Geçmiş olsun Türkiye. Başımız sağ olsun!
YORUMLAR