Gülruh DEMİREL

Gülruh DEMİREL

gulruhdemirel123@gmail.com

Çocukluğumuzdaki Bayramlar

22 Temmuz 2022 - 16:46 - Güncelleme: 22 Temmuz 2022 - 16:48

Çocukluğumuzda bayramlar bizlere sevinç ve mutluluk yaşatırdı. Kurban Bayramı ise sevinç ve biraz da hüznü bir arada yaşatan, manevi yönden insanlara ayrı bir duygu yüklerdi.
Eskiden kıyafet ve ayakkabı bayramlarda alınır, senede iki bayram bizleri o kadar memnun ederdi ki, tarifi imkânsız... Çocuk kalbimizle bayram gelmeden hayallerimiz, rüyalarımız,  harçlıklarımız bile önceden zihnimizde oluşur, süslenir, bezenir adeta hayal ve rüyalarda bayrama hazırlanılırdı. Arife günü ölmüşlerimize mezar ziyaretiyle başlayan kurban bayramımız... Önceden hazır alınan veya diktirilen kıyafetlerimiz, temizlenen evimiz, alınan kurbanlıklarımız, bilenen bıçaklarımız...
Her şey bayram gününe hazırlanırdı. Tıpkı bizler gibi. Anılarımda kurban bayramı öncesi Akhisar'a annem ve babam otobüsle gidip üç kız kardeş hepimize yün triko kıyafeti beresiyle takım almışlardı. 8 yaşındaydım. Bayramlıklarımı inanın o gece yatağımın yanına koyup heyecanla ertesi günün gelmesini zor ettim. Ertesi günü çok erken saatte babamı bayram namazına uğurladık. Babam el sallar, arkasına tekrar tekrar bizlere bakarak camiye doğru yol alırdı. Namaz dönüşü kurbanların kesilmesi işi başlardı. Mustafa ağabeyimiz (Lakabı Nömenlerin) kurban kesmeye gelir, biz üç kardeş hüzünlü bir şekilde onu seyrederdik... Ta ki kesilmeden önceye kadar...
Yere çukur açar, iple hayvanın ön ve arka ayaklarından birer tanesini bağlar, hayvanın gözünü de annemin tülbentleriyle kapatır, eline de daha önceden bilenmiş bıçağı alır, “Vekilin olen de kesverem mi?” diye üç kez sorardı. Babamda “ol!” diye cevap verir. Tekbir getirerek kesmeye başlarken, babam bizi içeriye gönderirdi. Koşarak, ağlayarak eve girerdik. Birkaç gündür beslediğimiz kuzumuzu niye kestiklerine anlam veremezdik. Biraz sonra babamın bize seslenmesiyle tekrar bahçeye çıkardık. Babam besmeleyle alnımıza kurban kanından bir damla sürerdi. Kurban etleri parçalara ayrılır, babamla usulüne uygun dağıtırdık.
Kendimize de kaburga ve önkoldan parça ayırırdık. Sura doldurmak ve kavurma yapmak için. Bayram soframızda pirinç çorbamız, et kavurması, çay, börek… Arkasından da koyunun kuyruk kısmı küçük küçük doğranır, tavada kavrulur, pembeye dönen kuyrukların kıtır hal almasına “kakırdak” derdik. Yağını da süzer irmik helvası yapardık, bol fıstıklı... Kuyruk yağından elde edilen yağla ve pudra şekeriyle yapılan çok lezzetli kurabiyemiz de olurdu. Annem bayram geçer geçmez o kurabiyeden de yapardı. Bu yaşıma kadar yediğim kurabiyelerin en güzeli bizim kuyruk yağlı kurabiyeydi. Bu kurabiye ayrıca nişanlanınca kız evi damat ve ailesine bohça hazırlar, damat da kız tarafına hazırlardı...
Gelin kız tarafı ayrıca bademli açma börek ve kuyruk yağlı kurabiye de yapardı... Benim nişanım sonrasında rahmetli Şadiye Teyze (Lakabı Avulanların) incecik açtığı yufkalardan bademlerle altını üstünü süsleyerek börek açmıştı. Annem de kuyruk yağından kurabiye… Fırıncımız rahmetli Abdullah ağabeyimiz  “Bu kurabiyeyi pişirmek bayağı zor. Oğlan evine yanmadan gitsin, hiç fırının başından ayrılmayayım” demişti. Pişince pembe renk alan kurabiye pudra şekerine bulanırdı. Hazırladığımız kurabiyelerimizi damat evine İzmir'e gönderdik. Görümcem, kayınvalidem nasıl beğenmişler anlatamam. Ağızda eridiğini söyleyerek tarifini sordular. Biz tüm malzemeleri söyleyeceğiz ama kuyruk yağını söylemekten çekinen annem fısıltıyla ağzından zorla “kuyruk yağı”nı çıkardı. Hâlbuki ne kadar değerli bir besin. Ama o yıllar sana yağının çok değerli olduğu zamanlardı. Neyse ki çekinerek de olsa tarifini yaptı.
Sizlere bayram sabahını anlatırken anılarımdaki kurabiyelerin tadına kendimi öyle bir kaptırdım ki konudan bayağı uzaklaştım. Bayram yemeğinde ve bayram boyunca babaannem anneannem ve biz ailece yemek yer, babaannemin o güzel yemek duasıyla âmin diyerek sofradan kalkardık. Bayramlıklarımızı giyer, ailemizin ellerini büyüklerden başlayarak öper, bayram harçlıklarımızı alırdık.
Birlikte ailece Ahmet Bağcı Dayımlara, Mehmet, Muammer ve Cevdet Dayımlara, komşulara bayramlaşmaya giderdik. Dört dayımın da ayrı ayrı güzellikleri vardı. Eğlencenin bol olduğu dayım Muammer dayımdı. Dayım darbuka çalar, yengemin ev ekmekleriyle bezenen yer sofrasında adeta şenlik kurulurdu. Asıl bayram Muammer dayımlarda yaşanırdı.
Biz çocuklar darbuka eşliğinde oynar, büyüklerin o nağmeli şarkıları oyunumuza eşlik ederdi. Mehmet dayım sessiz ama yengemin esprileri bizlere bayram havasını yaşatırdı. Zaten yengemin yüzüne bakınca onun tebessümü hemen size sirayet ederdi. Anılarının konusuysa dayımdı. Onun yanlış anlamalarını öyle güzel anlatırdı ki… Sanki kendinizi tiyatro izler sanırdınız. Ahmet Bağcı dayım çok kibar ve de hassastı. “Bugün çok yakışıklısın!” diye söze başlayan babama “maşallah!” dedirtmek için uğraşan dayım arasındaki söz düellosu, sanki iki yaramaz çocuğun kavgasına dönüşürdü. Misafirperver yengemin araya girmesi, dayımın “Nazire üstüme gelme” sözleri, öyle güzeldi ki... Babam da dayımın bilerek bam teline basardı. Dayım  “Aman Mustafa bayram olmasa ben sana söyleyeceğimi bilirim” derdi. Cevdet dayım babacan, çok sevgi doluydu. Bakkal dükkânı işlettiği için bizlerin sevdiği tüm abur cuburları alır gelir bayram harçlığı da üstüne cabası olurdu. Yengemin yaptığı cevizli gözlemelerde de ayrı bir tat vardı…
Babam da daima neşeli, esprili, çok sevecendi. Tüm bu anlattıklarım öyle güzel bir tat verdiler ki anılarıma hâlâ daha o güzelliklerini korumaktalar. Biz ailece çok mutlu bir bayram yaşardık. Eve gelen misafirleri coşku ile ağırlama, yapılan sohbet, öyle özlediğim şeyler ki... Elimde olsa bayram sabahında uyanıp o güzellikleri tekrar yaşamak isterdim.
Bayramda dönme dolap, salıncaklar pazar yerine kurulurdu. Arkadaşlarımızla karşılıklı oturma düzeni olan salıncaklara binerdik. Dönme dolap en sevdiğim oyuncaktı. Bayram harçlıklarımızla binerken hiç inmek istemez, inmemiz için durduğunda “ÜSTELİK!” diye sesli bağırır, tekrar para verir ve devam ederdik. Ama o sırada binmek için bekleyenlerin neredeyse ağlamaklı halleri hala gözlerimin önünde... Bu anlattıklarım ilkokuldaki bayram eğlenceleriydi. Ortaokulda büyüdüğümüz için pek dönme dolap, salıncağa binilmez. Annemizin yanımıza koyduğu kulaç ekmeğini alır. Adeta yatılı kalacakmış gibi Sıtkı Amcanın Yıldız Sinemasına giderdik. Gündüz saat 10 sularında girer, akşamüstü güneş batımına kadar üç film birden izleyerek çıkardık... İçeride gazoz ve çiğdem alırdık. Filmlerde sessizlik olduğunda çiğdem sesi adeta orkestranın çıkardığı bir sesi andırırdı. Akşam saatine yakın sinemadan çıkınca gözlerimiz zor görür, filmler birbirine karışmış, kulaç, gazoz ve çiğdemle dolu midemizin verdiği ağırlıkla, uykulu bir halde eve gelirdik.
Kurban Bayramında akşam yemeğimiz ‘sura’ydı. Malzemeler koyunun kaburga kısmı, çam fıstığı, pirinç, ciğer kavurması, karabiber ve bol maydanozdu. Hepsi karıştırılır, kaburganın içine doldurulur, üzerine de karın bölgesinden ince et parçası alınarak yama şeklinde yorgan iğnesiyle kapatılarak dikilirdi. Bu şekilde fırına verilen sura kızarmış ve çok lezzetli bayram yemeğiydi. Dört günlük bayram su gibi akıp geçer. Zihnimizde karışmış filmler, elimizde çok az kalan harçlıklar… Mutluluğumuz tüm benliğimizi sarmış bir şekilde bayram sonlanırdı. Unutulmayacak güzellikleri yaşayan bizler, çocuklarımıza, torunlarımıza masal yerine anlatabilecek o kadar sevgi yüklü anılarımız, bayramlarımız var ki…
 Unutamadığımız... Rahmetle andığımız güzel insanlar. Paylaşılan yaşanmışlıklarımız. Hepsi anılarımızda bizi beklemekteler. Sizlerin de öyle değil mi?

Bu yazı 702 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum