Eski zamanlarda çekinmeden kapısını çaldığımız, kardeşten öte komşularımız vardı. Ne güzeldi küçücük evlere dolu dolu misafir sığdıran, her daim birbirini yoklayan, çat kapı bir kahve içmeye uğrayan komşularımız... O zamanlar komşunun derdiyle dertlenen, sevinciyle sevinen güzel insanlar yaşardı.
Sevinçle komşu teyzemize gezmeye gideceğimizi iletmenin heyecanını yaşayan çocuklardık.
Hemencecik koşar, kapısını çaldığımız komşumuza, “Annemgiller bir maniniz yoksa akşam size gelmek istiyor.” derdik.
O da, “Buyursunlar kuzum, bekleriz.” deyince son hızla eve gider, annemize davetin kabulünü iletirdik. Akşam, babamızın eve gelişiyle akşam yemeğini yer, “bir yakalık” dediğimiz yeni giysilerimizi giyerdik. Annemin, “Sakın yaramazlık yapmayın, uslu uslu oturun.” sözleriyle yola koyulurduk. Gideceğimiz eve ulaşınca, kapının tokmağına veya ziline erişip çalabilmenin keyfi bile bir başkaydı. Komşumuz “Hoşgeldiniz!” diyerek güler yüzle karşılar, bize sıcacık sarılırdı. Uzun zamandır görüşülmemişse “Ayaklarınızı tereyağıyla yağlayalım.” derlerdi. Evin hanımının ayakkabılıktan misafir terliklerini çıkarıp “Buyrun” demesine kalmadan, annem “Ben getirdim, zahmet etmeyin.” diyerek terliğini giyer , “Bey sen de giy.” diyerek babamın terliklerini de önüne koyardı.
Hepimizin, yüzünde gülümsemeyle odaya buyur edilmesi ne kadar da keyifliydi.
Bende olan onda da olsun bilinciyle yaşayan komşularımızın var olması bizlere huzur verirdi. Birbirinden farklı olmayan eşyalarla döşeli evlerimiz vardı. “Bir yastıkta kocayın” sözlerinin geçtiği güzel günlerdi. Gündüz oturulan, gece yatılan divanlarımız vardı. Sedirlerin altına da kışın yenilmesi için kavunlar (düvlekler) asılır ve selelere yerleştirilen ayvalar konurdu. Ayva ve kavunun birbirine karışan mis kokusunu halâ hisseder gibiyim.
Sedirler kanaviçe işlemeleriyle göz kamaştırırdı. Saman yastıkların doğallığı kanaviçe örtülerle süslenirdi. Evlerin pencerelerini dantelli perdeler süslerdi. Küçücük odalara karyola, divan, sedir, sandalye, soba, beşik ve üzerinde radyo, masa saati, sürahi, bardak olan küçük bir masa konulurdu. Ayrıca gece yere serilen yatak ve yastıklar, gündüzleri bir köşeye üst üste konulur, üzeri işlemeli örtülerle örtülürdü.
Odalar küçük ama gönüller geniş ve ferahtı, dantel perdeli evlerde...
Pencerelerde çiçekler, yüzlerde samimiyet eksik olmazdı. Evin içinde, köşede kılıç çiçeği, camın arkasındaki bölümde camgüzeli ile küpe çiçeği adeta birbirleriyle yarışırcasına sevgiyle yeşerirdi.
Yaz ve kış kurulu duran soba, yazın üzerine dantel örtü örtülerek saksıdaki yılbaşı çiçeğiyle süslenir, kış günüyse üzerinde kestaneler közlenirdi.
Oda duvarlarını düğün günü çekilmiş gelin ve damadın masum bakışlı fotoğrafı ile evin Atasının askerdeyken vatani görevini yapmasının gururlu bakışlı fotoğrafı süslerdi.
Gördes kadınlarının hünerli elleriyle dokuduğu, her evde ayrı ayrı desenlerle odanın zeminini ve duvarını süsleyen Gördes halıları muhteşemdi. “Çakıro” ve “Kız Namazlası” halılarının bir ressamın fırçasından çıkmış bir tablo gibi duvara asılı duruşu görsel bir şölen oluştururdu.
Hangi yöne baksak ev hanımının maharetli ellerinin süslemeleriyle gözümüz şenlenirdi. Dış kapıyı açar açmaz yere serilmiş, artık yünlerden veya ince çoraplardan örülmüş paspaslar dikkatimizi çekerdi. Sehpaların üstü, koltuk başlığı ve kolçakları, televizyonun üstü, telefonun üzeri, buzdolabının üstü, perdeler dantellerle süslüydü. Yatak odasındaki karyola ise “Kırkpare” denilen, artık kumaş veya eskimiş elbiselerin karmasıyla oluşturularak dikilen örtüyle bezenirdi.
Ev sahibi gelen misafirlere hal hatırı sormaya şu şekilde başlardı:
-Obuuu kardeşim gelvemiş. Gözümde tütvediniz, ne iyi ettiniz de gelvediniz. Nassın komşu? İyisinizdir inşallah veya
-Nişlonuz kardeşim?
Misafirler de:
-Çok şükür iyiyiz, siz nassınız görmeyeli? Bizler de sizleri özlevedik de bi varverem dedik.
Sözleriyle cevaplardı.
İkramlar kolonya ve misafir şekeriyle başlardı. Ardından üzerinde dantel örtülü tepsiyle sunulan mis kokusuyla kahve ikram edilirdi.
Kahveden sonra çay ikram edilir, askerlik anıları, çocukluk ve gençlik yılları anlatılırken bir taraftan da “Obuuu gari! Öyle mi oldu sadıcım?” sözleriyle çaylar yudumlanırdı. Çayın yanında evin hanımının yaptığı, tadına doyum olmayan Gördes kurabiyesi ikram edilirdi.
Biz çocuklar da büyüklerimizle aynı odada, bir köşede sessizce oyuncaklarımızla oynardık. Arada dikkatimizi çeken, büyüklerimizin “Tavanda hasta var, unutmayın!” sözleriydi. Bu sözle biz çocuklar merakla tavana bakar, bu cümlenin anlamını çözemez ve de kimseye soramazdık. Büyüdüğümüzde öğrendik ki bu söz, duymamızın sakıncalı olacağı şeyler için bir parolaymış.
Artık gitme zamanı gelince “Biz kalkalım gari, yarına iş güç var.” denilirdi. Ev sahibi de “Bahçemizin meyvelerini ikram etcez, kalkmayın.” derdi. Ayva, nar, üzüm, şeftali, armut vb. ikram edilirdi. Biraz daha oturduktan sonra “Allahaısmarladık.” denilir, ev sahibi de “Yine buyurun, ayağınıza sağlık.” sözleriyle bize dış kapıya kadar eşlik ederdi.
Misafirlikteki sohbetten memnuniyet şu şekilde dile getirilirdi:
“Obuuu! Kardeşim çok şükür sana derdimi bu akşam anlatıverdim de karnımın şişi iniverdi. Allah razı olsun.”. Öyle güzel ve samimi bir ortam olurdu ki sanki komşu evine değil de psikoloğa gitmekten öte bir rahatlama içinde eve dönülürdü.
Gezmeye gitmek demek ruhumuzun huzurla dolması demekti...
Dantel perdeli evlerde yüzlerinde gülümsemeleriyle, yüreklerinde sevgileriyle, güzel insanlar yaşardı.
Gördes'imin tüm güzel insanlarına...
Aramızdan ayrılanlara rahmet, yaşamdakilere sevgilerimle...
YORUMLAR