Bu yazımda sizlere, yoklama defterimin arasına konulan pusuladan bahsedeceğim.
Öğrencim Emine okuma-yazmayı öğrenir öğrenmez bana pusula yazmaya başladı. Emine pusulaları kullanarak, o günkü duyguları ile bana olan sevgisini birkaç cümle ile dile getirirdi. Pusulalarda şu minvalde yazılar yazardı: “Prenses Öğretmenim bugün çok güzelsiniz. Size mavi elbise çok yakışmış. Sizi çok seviyorum.”
Ben ise pusulayı alır, okuduktan sonra Emine'ye teşekkür edercesine gülümserdim. Aramızdaki bağ bu şekilde devam ediyordu.
Öğretmenlik dönemimde, öğrencilerimin ailelerini evlerinde mutlaka ziyaret eder, onlarla sohbet ederdim. Bu iletişim bana çok fazla güzellik sundu. Öğrencilerimi ve ailesini daha iyi tanımamı ve velilerimle kaynaşmamı sağladı. Velilerim ve öğrencilerimle, adeta büyük bir aile gibiydik. Öğrencilerimle, beş yıl boyunca her gün beş ders bir arada vakit geçiriyor, bazen onların öğretmeni bazen de bir yakını gibi oluyordum.
Bir gün yine Emine’den bir pusula aldım. Fakat o gün aldığım pusula, diğer günlerdekilerden farklıydı: “Prenses Öğretmenim. Siz dün Sedalara gittiniz. Onlar zenginler, katta oturuyorlar. Haklısınız bizim ev tek katlı ve eski. Tabii ki bize gelmezsiniz." yazılıydı pusulada.
Ders bittiğinde Emine'yi yanıma çağırıp "Yarın okul çıkışında öğlen size geliyorum. Annene haber ver." deyince mutluluğunu görmeliydiniz. “Bize mi geleceksiniz Öğretmenim?” dedi. “Evet, ben hepinizi çok seviyorum. Eviniz için değil size geliyorum. Sırayla tüm arkadaşlarınızın evine gideceğim” dedim.
Ertesi günü adeta yerinde duramıyor son saati heyecanla bekliyordu. Arkadaşlarına da “Bugün öğretmen bize gelecek.” diye fısıldıyordu. Ertesi gün Emine'yle birlikte evlerine gittik. Annesi heyecanla bizi bekliyordu. Küçük evlerindeki sedire oturdum. İlk sözüm “Oh ne kadar rahatmış. Arada ben size gelip biraz dinleneyim.” oldu. Ama sözlerim çok gerçekti. O sedir bir anda beni çocukluğuma götürüvermişti. Emine'nin annesi Ayşe Hanım hâl hatır sorduktan sonra “Hocam Allah ne verdiyse birlikte yemek yiyelim.” dedi ve yere sofra bezini serdi, üstüne kasnağı yerleştirdi. Mutfakta Emine'yle birlikte hazırladıkları siniyi kasnağın üzerine koydular. Buyur edilen sofraya oturdum. Kuru fasulye, pilav, turşu, köy ekmeği, kuru soğan ve yoğurttan oluşan menü harikaydı. Ayşe Hanım’ın “Yeni yoğurt çaldım, bakıver tadına.” deyişini ve beni heyecanla misafir edişlerini hiç unutamıyorum. O günden sonra ben Emine'nin ve ailesinin gönül katının da prensesi olmuştum.
Aradan yıllar geçti. Emine ilkokuldan sonra okumak istemedi. Birkaç yıl sonra da köylerine taşındılar.
O yıllarda ev telefonu vardı. Görüşmelerimiz telefon aracılığıyla devam etti. Birkaç kez de toplanıp arkadaşlarıyla evime ziyarete geldiler.
Bir gün Emine'nin düğün davetiyesini aldım. Köylerindeki sevdiği delikanlıyla evleniyordu. Düğün için Karşıyaka'dan köye minibüs ayarlanmıştı. Okuttuğum öğrencilerim ve velilerimle birlikte köye gittik. Masalar atılmış, kazanlarda düğün yemekleri kaynıyordu. Bizleri misafir ettiler. Gelin kızımız Emine ortalıkta yoktu. Sorduğumda, kuaförde olduğunu söylediler. Evlerinin arka bahçesine sandalyeler yerleştirilmiş; bahçe, düğün salonu gibi düzenlenmişti. Yemekler yenildikten sonra bahçeye geçtik. Davulcu zurnacı ahenkle başladılar seslerini duyurmaya. Ortada küçük çocukların oynamaları, koşuşturmaları, kadınların birbirleriyle davulun sesinden dolayı bağırarak konuşmalarıyla heyecanlı bekleyiş başladı. Mikrofonu eline alan klarnetçi “Şimdi gelin ve damadımız geliyor.” diye söyleyince, müzisyenler daha bir coşkuyla çalmaya başladı. Alkışlar arasında bahçeye giren gelin ve damadı görebilmek için herkes ayağa kalktı.
Ben de ayağa kalkıp, alkışlara eşlik ettim. O Küçük Emine’yi, şimdi güzel bir genç kız olarak gelinliğin içinde görüyordum.
Tüm gözler gelin ve damadın üstündeydi. Bir anda Emine'yle göz göze geliverdik. İşte ne olduysa o anda oldu. Emine birden damadın kolundan çıkıp bana doğru koşmaya başladı. Damat şaşkın!.. Misafirlerin “Aaa! Gelin damadı bırakıverdi, nereye gidiyor böyle?” sesleri etrafta yankılanmaya başladı. Emine yanıma gelip, "Prenses Öğretmenim, hoş geldin!" sözleriyle bana öyle içten sarıldı ki...” Emine hoş buldum ama damat yalnız kaldı.” sözlerimle kendine geldi, tekrar koşarak doğruca mikrofonu eline alıp misafirlere “İlkokul öğretmenim gelmiş, ona koştum." dedi ve bekleyen eşinin koluna girerek nikah masasına doğru alkışlarla ilerlediler.
O anda tüm benliğimi saran duygularıma gözyaşlarım eşlik ediyordu. Hayatımda bana sunulan en değerli armağan buydu sanırım. Kendimi çok değerli hissettim. Yıllarca unutulmamak, en mutlu gününde öğrencimin yanında olabilmek ne kadar güzel bir duyguydu.
Emine'nin iki evladı oldu. Biri kız biri oğlan...
Benim torunum onlar...
Ve ben onun hâlâ Prenses Öğretmeniyim…
YORUMLAR