Ninem İzmir'de Kemeraltında iki katlı ahşap cumbalı evde otururdu. İzmir'e gittiğimizde sabahleyin güvercinlerin günaydın dercesine çıkardıkları seslerle uyanırdık. Ninem adeta eve gelen misafirleri gibi onlarla sohbet ederek yem verirdi. Avucuyla uzattığı yemleri bizimde vermemizi isterdi. Birlikte paylaştığımız bu anlar bizleri çok mutlu ederdi. O sırada sokaktan geçen gevrekçilere seslenen Ninemle birlikte merdivenlerden aşağıya iner birlikte gevrek alırdık. Dikkatimi çeken gevrekçi çocuğun başının üstünde tablada taşıdığı gevreklerdi.
Katlanabilir tahtadan yapılmış sehpanın üstüne koyar: “Buyur abla çıtır mı olsun?” diye sorardı. Aldığımız çıtır, mis gibi tadı güzel gevreklerle yaptığımız kahvaltı ve güvercinler anılarımda hâlâ güzelliğini korumaktalar. Ninem aralıklarla İzmir'den bizleri ziyarete gelmeyi ihmal etmezdi. Başarılı yaşam tarzıyla, komşu ilişkileriyle bir hanımefendi, Büyük dedemin de en büyük destekçisiydi.
Birbirlerinin fikirlerine değer vererek paylaşılan bir yaşam sürmüşler. Ninem dedemin ölümünden sonra biraz daha İzmır'de kalıp tekrar Gördes'e dönüş yapmıştı. Her Gördes'e gelişi günler öncesinden belli olur ev halkı heyecanla onun gelişini dört gözle beklerdi. Anneannem onun sevdiği yemekleri yapar, biz çocuklarda aklımız ninemizin bize getireceği hediyelerde olurdu. Otobüsten karşılamaya giden dedem ninemin valizini merdivenlerden yukarı taşırdı. Ben ninemin valizini de çok beğenirdim. Onun körüklü siyah valizini... Ninemin gelişini hayal ederek gelmeden resmini çizer, içine hediyeleri yerleştirirdim. Ninem eve gelir, yemeğini yedikten sonra kardeşlerimle beraber beklemekte olan bizlere seslenirdi.
Gelin bakalım kuzularım diyerek eline aldığı valizi yukarı kaldırıp içindekileri boşaltırdı. Biz se heyecanla yere saçılanları adeta kapışırcasına üç kardeş sevinçle paylaşırdık.
O yıllarda Gördes'te portakal yoktu. Bavuldan çıkan etrafa saçılan portakallar renkleri ve top gibi yuvarlanışları oyun oynar gibi ahenk verirdi. Ninemle oynadığımız portakal toplama oyunu gibi... Yavaş yavaş hediyeler vermeye başlayan ninem bavulun gözünden çıkardığı beşi birlik gibi sarı altın şeklindeki çikolataları bizlere ikram ederdi. Aldığımız çikolataları bir müddet elimizde tutar yemeye gönlümüz razı olmaz. Çocukluk işte. Yemek isterdik. Çelişkiler içindeki ruh halimizle adeta savaşırdık.
Çikolatayı açıp yer, diğerini altın ikram edilmişçesine uzun süre elimizde bekletirdik. Tüm çikolataları üç kardeş bizlere paylaştırırdı. Hava soğuktu. Portakalları soyar, dilimleri ayırarak yerdik. İçerde yanan sobanın üstüne portakalların kabuklarını koyardık. Verdiği o mis gibi kokusu bizleri adeta büyülerdi.
Annem hemen tembihe başlardı. Sakın sokakta portakalları yemeyin. Sonra arkadaşlarınızın canı çeker, derdi. Kabuğunu da gazete kağıdına sarar öyle çöpe koyardı. Ne güzel adetlerdi. Başkasını düşünmek. Göz hakkının bizlere öğretisi… Dışarda herkes yerken birlikte yediğimiz salçalı ekmek vardı. En son da margarinlerin bizlere çok değerli gösterilmesi olsa gerek. Sana yağı sürülen ekmeklerin üzerine şeker serpilerek yenilmesi, en güzel oyun arası beslenmemizdi. Taş bebeklerimiz vardı. Oyuncak plastik bebeklere eskiden taş bebek denirdi. Bebeğim benim için çok değerliydi. İlkokul 5. Sınıfa kadar onunla oynadığımı hatırlıyorum. Ninemin aldığı bebeğim.
Annemin o hünerli elleriyle diktiği kırmızı puanlı elbisesiyle gülen yüzüyle beni her zaman mutlu ederdi. Arada sırada onu yatırır vaziyete getirerek ağlama sesi çıkaran bebeğime daha bir şefkatli yaklaşır. Ayağımda sallayarak uyuturdum. Evcilik oynarken yemek pişirmek için düdüklü tencereme ekmek ile peyniri ufalar yemek yapardım. Yemeğinin adı kuş mamasıydı. Her zaman aynı yemeği pişirirdim. Arkadaşlarım da aynı yemeği yaparlardı. Malzememiz sadece biraz mutfaktan ekmek tenceresinden aldığımız ekmek ile tel dolaptan aldığımız peynir parçasıydı. Lezzeti nasıldı derseniz şimdiki yemeklerin tadından bir hayli güzeldi diyebilirim. Hayallerimin karışımıyla pişirildiği için olsa gerek..
Ninemin bu sefer ki gelişinde bavulundan çıkan, bizleri şaşırtan, sevindiren bambaşka bir şeydi. Eskiden darbukaya Gördes'te dümbelek denilirdi. Kına gecelerinde çalınan dümbelek bu sefer ninemin bavulundan çıkan kırmızı renkteki bize getirdiği hediyeydi. Orkestra gibi üç kardeş büyük bir sevinçle çalmaya başladık. Gürültülere sabır gösteren ailemiz o geceyi dümbelek sesleriyle geçirdiler. Sadece gürültü olsa yine iyi. Kalıcı olan bir şeyde o günden sonra devam etti. Ninemin adına ilave ettiğimiz dümbelek nine. Öyle bir anlayış varmış ki biz dümbelek nine deyince gülümseme dışında hiç bir davranış görmedik. Büyüyünceye kadar ninemizin adı dümbelek nine olarak kaldı. Ninemle yaşamım öğretmenliğimin ilk yılına kadar devam etti.
İlerleyen yaşına rağmen bakımlı hayata pozitif bakan, çok bilgili, İzmir yaşamının verdiği kendine güven, Gördes'teki yaşamımda da bizlere daima Atatürk'ün Türk kadını modeli olmuştur. Bayramlarda Türk bayrağını herkesten önce asardı. O vatan için bir evladını harbiyede okutmuş bir asker anasıydı çünkü...
Hayallerimdeki yerini hâlâ korumakta olan, başarılı, çalışkan eşine destek olabilen bizleri mutlu eden güzel insana Allahtan rahmet diliyorum. Ninem ve körüklü siyah valizi de daima anılarımda...
Sizlerin de ninelerinizle kimbilir ne güzellikler yaşadığınızı düşlüyorum. Geçmişe uzanan hayallerimiz ve yaşanmışlıklarımızın, bizlere ne kadar güzellikler sunduğunu şimdi daha iyi görebiliyoruz sizce de öyle değil mi? Tüm Sevdiklerim...
(Ninem , oğulları, gelini ,torun ve torun çocuğu ben..)
1963 yılı İzmir Fuarı Villa çay bahçesi.
(Soldan sağa) Gülruh Demirel, Fatma Çolak(Ninem ), Ahmet Çolak(Amcam), Serpil Çolak (Amcamın kızı), Zehra Çolak(Anneannem), İbrahim Çolak(Dedem).
YORUMLAR