Eski yıllarda düğüne davet şöyle yapılırdı. Bu iş için görevli Ayşe Teyze davet için kapı kapı dolaşır, kağıda sarılı şekerlerden bir tanesini verir. Verdiği şekerin adı, yani düğün davetiyesi "okuntu" diye söz edilir. Şöyle söyler:
-Filancanın oğlunun düğününün okuntusu, bu perşembe buyrun gelin der. Daha sonraları benimde gördüğüm köylerde devam eden bu davet sonraları davetiye bastırarak günümüz modasına uydu. Anneannemin atın üstünde al gelinliği başında birçok parlak yemenilerle bezenmiş duvağı, gelinin yüzünü de örten başının süslenmesi şeklindeydi. O yıllarda çekilmiş atın üstündeki gelinin ve düğün alayının resimleri bizlere hatıra kaldı.
Düğünden bir gün önce... Ut çalan lakabı Utçu Ayşe teyze bu fasulye yedi buçuk lira, Hem kaynasın, hem oynasın, yeşilim yeşilim yeşilim aman, Bahçelerde börülce gibi türküleri çalardı. Oynar gelin görümceleri beraber oynatan ut ve sözleriyle oynayanların parmak şıklatmalarının eşlik ettiği kına gecesi yapılırdı. Yalnız hemen ortaya oynamak için çıkılmaz biraz da naz gerekirdi. Gelinin en yakın arkadaşı düğün boyunca sağdıç denilir. Her konuda geline yardımcıdır. Kına gecesinde oyuna davet etmek için gelinin arkadaşlarının iki elini tutar şöyle der:
-Haydi bakalım oturmak yok. Birlikte oynayalım. Davet edilen de:
-“Ben bu oyunu bilmem ki” veya “Ben hiç oynayamam” diye diretir. İçinden gelen "haydi kalk oyna "diyen sesi duysa bile nazına devam ederdi. Sağdıç iki eliyle zorla yandaki sandalyelerin düşmesine neden olan gücünü kullanarak oyuna kaldırmayı başarırdı. Oyun bilmeyen ben hiç oynamadım diyen önce yavaştan oynamaya başlar, sonra tut tutabilirsin. Bu seferde oturmayı istemezdi. Bu tanık olduğum sahneler beni o çocuk halimle çok şaşırtır herhalde usul böyle diye düşündürürdü.
Kına faslı başlar. Evliliği mutlulukla devam eden akraba büyüklerinden biri gelinin kınasını yakardı. Eskilerde Hanife hanım, hatır için giden Germiyanların İkbal Hanım, Utçu Ayşe teyzemiz... Bizlerin kına gecelerini şenlendirdiler. Ut ve darbuka eski adı dümbelek kendi imkanlarıyla öğrendikleri bu sanatçılarımıza Allahtan rahmet diliyorum. Utçu Ayşe Teyze yanık yanık “yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar. Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler” demeye başlardı. Şimdi gelin, annesi, kardeşlerinin hüzünlü davranışları ve de gelinin mutlaka ağlaması gerekirdi. Eğer ağlamazsa bu kız evlenmeyi çok istiyormuş, ağlamadı bile diye dedikodu başlardı. Nedense tüm neşe içindeki topluluk birdenbire ilkbahardan kış mevsiminin soğuğunu andıran bir havaya geçerdi. Halbuki pek te aşrı aşrı tepelere gitmez, kendi evlerinin karşısına gelin giderdi. Eller kınalanır kırmızı bezle bağlanır. Gelin tekrar oyuna kaldırılır. “Bak geline geline, Kına yaktım eline” türküsüyle oynatılırdı. Arkadaşları da kınadan bir parça gazete kağıdının arasına alırlar o gece evde ellerine kına yakarlardı.
Gelinliği Mürüvvet ablamın elinden çıkmış duvarda asılı bekler, tüm genç kızlar onu görmeye gelir, onların da hayallerini süslemeye başlardı. Artık ne yedi buçuk liraya fasulye kaldı Ne de ağlayan gelinler... Düğün gününün gelmesiyle gelinlik giyilir, saçlar ondüle yapılırdı. Tüm güzel hanımların saçları eskiden kıvırcıktı. Makyaj kaş alma rujla ilk tanışan gelin hepimizi şaşırtır tüm güzelliğini sergilerdi. Gelin olmak demek süslenmek demekti. Duvağın telleri gelin tacının yanında aşağıya doğru sarkar, gelinden genç kızlar bir parça gelin teli isterlerdi. Yastığının altına koyduğu bu parlak tel ona o gece kim bilir ne güzel rüyalar gördürürdü. O yıllar duyguların safça yaşandığı güzel günlerdi. Sizlerle eski düğünlerde buluşmak dileğimle...
YORUMLAR