Yıl 1961. Dedem ve anneannemle beraber sevgi dolu bir çocukluk yaşamaktayım. Dedem tütün eksperliği yapıyor. Çocuk gözümle onu tarif et deseniz şöyle söyleyebilirim: Çok çalışkan, ve Fötr şapkalı, yakışıklı. Benim ismimi de farklı olarak söylediğinde yüzüm aydınlanıyor. Çünkü elinde bana aldığı hediyenin sinyali diyebilirim. Gül tantantro. Yankılanan sesle dedeme koşup çikolataları veya başka hediyeleri aldığım anlar. Anneannemin kuzum deyişleri şimdilerdeki adı krep. Akıtma yapışları öyle güzeldi ki.
O gün bambaşka bir gündü. Evimize tellerle çekilen konsolun üstünde özenle yer ayırdığımız çevirmeli telefon, herşey çok güzeldi. Telefon sesini duyana kadar. Anneannemin telefonun çalışıyla odada dört döndüğü “Ne yapacağım ben şimdi?” dedikleri. En sonunda ahizeyi kaldırabildiği.
Telefondaki ses "Zehra Hanım korkma ahizeyi kulağına koy" deyişleri. Anneannemin ilk telefonla konuşması. Hitabı: "Zehranım ben Ahmet Yakalı." O da Akhisarlı dedemin iş arkadaşı. Tütün eksperi. “İbrahim Bey evde mi?” Neyse ki bin bir zorluk ve heyecanla "evde yok" diyebildi. Ben ise çocuk ruhumla tüm gelişmeleri heyecanla izliyorum. Akşam dedem eve gelince ilk işi nasıl telefon kullanılır öğretmek olmuştu. Telefon şakaları da bir hayli gündemdeydi. Dayım hoş sohbet şakayı götüren bir mizacı vardı. İzmir'de oturan Gördesli arkadaşı arıyor, hal hatır sorduktan sonra Dayıma "öff! Ahmet ağzın amma da kokuyor. Sarımsak mı yedin” Dayım bir an afallıyor. Akşam ki yediklerini saymaya başlıyor. En sonunda arkadaşının kahkahasıyla uyanıyor.
Anılarımızda bizleri gülümseten bu güzel insanları rahmetle anıyorum.
Komşu komşuya kahve tuz ister gibi telefonlu evlere telefon etmeye gidilir. Santralden bağlatılırdı. Telefon 1-2 saat veya daha fazla bekleme süresi olur. Araya karışan seslere "Aamet malı getirdin mi ?" diyene "Ne malı! Çık aradan, Orası Antalya mı? Burası Gördes" demen de gerekirdi. Resmi makamlarda çalışanların üst makamdakiler aradıklarında ceketinin önünü ilikleyip adeta hazırol duruşuna geçerek “Buyurun Müdür Bey” dediklerini görenlerdenim. Yaşananlar bizleri gülümseten bazen de kahkahalara boğan güzel günlerdi. Yaşamımıza giren telefon mutluluğumuzu artırmış. Sohbetlerimizin odak noktası olmuştu. Bu günler bizler için çok güzel günlerdi. Hâlâ da anılarımızda yerini korumaktalar.
Yaşadığımız şu zaman diliminde ise gelişmelere ayak uyduramayanlar da var. Yaşanmış bir olayla bu konuyu sizlere anlatmak istiyorum.
Aile hekimliğine ilaç yazdırmaya giden yaşlı teyze “Doktor oğlum. Şu ilaçları yazar mısın? Kalmadı” deyince, “Tamam teyze” deyip internetten baktığında daha yedi tane elde olduğunu görünce “Teyze ilaçlardan 7 tane daha evde var. Buradan görüyorum. Bitince yazarım” diyor. Yaşlı teyze çok şaşkın ve de merakla eve geliyor. Çekmecenin aralığına sıkışan ilaçları görünce heyecanla kocasının yanına koşuyor. “Aman bey! Çok dikkatli olalım. Evimizin içini doktor bile görüyor. Evde kaç ilaç olduğunu görüverdi. Benim görmediğimi bile gördü. Şaştım kaldım. Aman öyle açık saçık ortalık yerlerde de soyunup dökünmeyelim. Herkese rezil olmakta var” demez mi?
Ertesi günü eve gelen torunları dede ve ananesindeki sessiz konuşmalarını, tedirgin davranışlarını görünce “Hasta mısınız? Size ne oldu böyle” deyince torununun kulağına anneanne şunları fısıldıyor: "Sen de çok dikkatli ol. Evimizin içini herkes görüyor. Bizleri gözetliyorlar" Çok üzülen torun akıl sağlıklarını kaybettiklerini sanıyor. “Nasıl anladınız” deyince durumu anlatan anneanneye gülse mi? ağlasa mı? Durumu onlara izah ediyor. Artık bilemiyorum inandılar mı? inanır gibi yaptılar mı? İşte böyle.
Bizlerde yeni gelişmelere ayak uydurmaya çalışıyoruz. Her zaman bir adım önde gitmek gerekiyor. Ben bilmem anlamam sözcüklerinin arkasına sığınmamamız gerekiyor diye düşünüyorum. Sizce de öyle değil mi?
YORUMLAR