Gülruh DEMİREL

Gülruh DEMİREL

gulruhdemirel123@gmail.com

Yer Sofrasında Bir Öğün

04 Temmuz 2024 - 09:48 - Güncelleme: 04 Temmuz 2024 - 09:49

Bugün kamyonetinde karpuz satan bir esnaftan karpuz aldım.
Kestiğim karpuzu dilimlerken anneme bir parça tattırdım.
Annem eski kadınlardan... “Aman kızım bu karpuz çok güzelmiş. Kabuğunu kazıyalım ziyan olmasın” deyince başladım kaşıkla kazımaya... Etrafa öyle suları sıçrıyordu  ki!
Annem bunu görünce “Bu bizim zamanımızdaki lamba camını çatlatan karpuzmuş.” dedi, ama ne demek istediğini anlayamadım. Bakışımdan anlayan annem “Eskiden evler lambayla aydınlatılırdı, biz de mutfakta karpuzu kazırken karpuzun suları lamba camına sıçrar, camını çatlatırdı.” deyince benim de karpuzu kabuğunda yediğimiz günler aklıma geldi. Bizim tadımlık karpuz da böylece bizi eski günlere götürüverdi. Başladık ana kız sohbet etmeye... Sohbetimiz de karpuz kadar tatlıydı.
Sofra bezinin üstüne konulan kasnak ve onun üzerine yerleştirilen bakır tepsideki yiyeceklerimizi ortaya konulan bakır tabaktan ailece kaşıkladığımız günleri anımsadık.
Yer sofrasında oturarak, nimetlerin bereketiyle, içimizde huzurla yediğimiz yemeklerimiz...
Eskiden önümüze her getirilen yiyeceğimizde evin hanımının emeği vardı. Annemin yemeklerinin tadı da bir başkaydı. Annemin akşamdan ekşi maya ile mayalayıp ertesi günü yoğurduğu ve minata şekil verip yerleştirdiği, Faruk ağabeyin fırınında pişirmeye omzunda taşıyarak götürdüğü ekmekler gibi...
Sabahleyin fırına bırakılan ekmekler, öğleyin tekrar minatla eve getirilirdi. Sokakta omzumuzda taşıdığımız ekmeklerle rast geldiğimiz kişilerle ayaküstü sohbetler edilir, “Çok koktu. Bir parça koparıp alır mısın?” diye de ikram edilirdi. Ucundan kopardığımız has buğday unundan yapılmış ufacık ekmek parçasının lezzetini hala anımsıyorum. Eve gelen sıcacık ekmekleri üzerine salça sürüp yanında taze soğanla yerdik.
Yemeğin en sonunda mutlaka ağızımız tatlansın diye de tatlı yerdik. Karpuzu, kavunu ortadan keser, içini bıçakla bölerek kabuğunda yerdik. Diğer tatlılarımız ise "Gelinkız ,susam,tahin helva",,  tahin ile pekmez karışımı, "su , un, irmik helvası", muhallebi, sütlaç, pelte, nişasta helvası, kadayıf, burma, oturtma, baklava gibi tatlılardı. Tatlının bitiminde babamın şükür ve bereket duası başlardı. Ellerimizi açar, içimizden babamın sözlerine eşlik eder, “Amin” deyip fatiha okuyarak duamızı bitirirdik.
Tepsi mutfaktaki tezgâha götürülürdü. Sofra bezini ben toparlar, bahçeye silkmeye götürürdüm. Kuşların sanki bizim yemek saatini bilerek bahçede beklediğini hissederdim. Hemen dökülen ekmek kırıklarını yemeye başlarlardı.
Bulaşıklar “Güneş” isimli krem şeklindeki deterjanla küçük leğende, ince çoraplardan katlanarak dikilmiş bulaşık beziyle ovularak yıkanırdı. Bulaşığı daha çok biz kızlar yıkardık.
Babamın az köpüklü az şekerli kaynamış kahvesini de ayrıca yapardık. Bizlerinki bol köpüklü ve bol şekerli olurdu.
“Kahve bahane sohbet şahane!” denir ya… Bizim evde bu söz tam tamına geçerliydi.
Babamın anlattığı yaşanmışlıklar, kıssadan hisselerle yemeğin üzerine içilen kahveyle birlikte ruhumuzda keyif alırdı.
İsraf etmeden, el becerileriyle hazırlanan yiyeceklerimiz bir hayli fazlaydı. Tarhana, bulgur, nişasta, tenekeye basılan peynirler… Biberler acı tatlı ayrı ayrı iplere dizilir, kurutulurdu. Kışın haşlanarak yumuşatılır, zeytinyağında kızartılırdı. Benim ise en sevdiğim kuru biberle yapılan dolma ve salata olarak pişirilen yemeğiydi. Kuru soğanlar ve kuru biberler salçalı zeytinyağında hazırlanan suda pişirilir, yemekte salata olarak yenilirdi.
En çok emek gerektiren de nişasta yapımıydı.  Buğday kazanda ıslatılır, bekletilir ve ayakla kazanın içinde ezilirdi. Bin bir zahmetle kurutularak un haline getirilen nişastadan nişasta helvası, pelte yapılır ve baklava yapımında yufkaları açarken kullanılırdı.
Ne zaman boğazım ağrısa evdeki ilacım pelteydi. Nişastayı su ve az şeker ile muhallebi gibi pişirdiği pelteyi, annemin "Ilık olarak iç kızım." sözleriyle içerdim. Bu yiyecekler bizlere ilaç gibi gelirdi, şifa bulurduk.
Salçalar eylül ayında mutlaka gelecek seneye yetecek miktarda yapılırdı. Hemen hemen her evde, bahçe duvarlarının üzerinde alüminyum tepsilerde, leğenlerde kıpkırmızı salçaları görür, mis kokusunu duyardınız. Aslında o sergilenen ürünler annelerimizin başarı belgesi gibi sunulan karneleriydi. Tüm Gördes kadınları hünerliydi. Evinin gerekli ihtiyaçlarını hazırlamak önemli görevlerinden biriydi. İşler muhabbetle yapılınca yorgunluk pek hissedilmezdi. En çok tarhana yapımında konu komşu yardıma gelirdi.
 Tarhana aşı kırmızı biber, domates, nohut, soğan ile yemeği pişirilir ve bu yemeğe  ekşi maya ,yoğurt ve un ilave edilerek yoğrulurdu. Küçük parçalara ayrılarak sofra bezinde kurutulurdu. Tarhana hamurundan bir parça da tadımlık komşulara götürülürdü. “Tarhana aşı getirdim.” denilerek verilen bu ikramlıklar “Yarın için tarhana ovalamaya gelin.” diyerek sunulan davetiye gibiydi.
Ertesi günü komşular gelir, tarhananın ovulacağı pamuk ipinden dokunmuş (meldinin) kilimin etrafına oturulur, ortaya konulan hafif kurumuş tarhana hamurları ovulurdu. Sohbet eşliğinde tarhana ovulurken, elimizin üzerine hafifçe vurularak “Güzel ov bakalım.” gibi şakalar yapılırdı. Annem bu arada mutlaka Klor (kurabiye) yapar, tarhana ovulup bitince çayla ikram ederdi. Evimizde o gün tarhana kokusuyla klorun mis kokusu adeta yarışmaya girer gibi birbirine karışır, bizleri mest ederdi.
Bereketli sofraları, arkasından yapılan duaları, şükürle konuşulan öğünlerimizi, annelerimizin hünerli elleriyle hazırladığı yemeklerin tadını, babalarımızın eve gelirken hiç boş gelmediği yiyeceklerle dolu kollarını unutmak mümkün mü?
Ne güzel günlerdi… Yaşanmışlıklarımız…
Sevgi, saygı, bereket, huzur, şükür, dua ile geçen yıllarımız...

Bu yazı 599 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum