8 Aralık Cuma günü öğleden önce telefonum çalıyor. Beray, ”Hüseyin ağabey.... diye söze başlayınca anlıyorum.
Tayyareci Cevdet Tunçay dedemin çocukları; Tarık amcam, Fatma (Kıyıcı) halam, babam ve sonunda Gülümser İnce halam da baki aleme göçüyordu.
Meşakkatli geçen son üç yıl...Ve bir süredir devam eden yoğun bakım süreci.
Her türlü ihtimale hazırlıklıydık.
“Aralık” kendini hatırlattı yine... Babamı da iki sene evvel, yine bu ayda kaybetmiştik.
Son görevimizi yapmak üzere Gördes’e gelirken, kızım; “Baba iyi misin?” diye soruyor. “Evet... İyiyim.” diyorum ama bu sözü yüreğime kabul ettiremiyorum
Bazı insanlar, hayatınıza düşen cemreler gibidir. Bahar çiğdemleri gibi açar...
Zamanı ve mekânı kıymetlendirir... Zaman içinde zamanı, mekân içinde mekânı yaşatır... Huzur iklimini teneffüs eder, sonra; “İyi ki...” diye başlayan cümlelerle anlatmaya kıyamaz, kelimeleri seçerken bile titizlenirsiniz...
“Ağabey! Kuru fasulye pişirdim, turşum da çok güzel, hadi gel.” diyecek. Babam, bizim de yerken her lokmasından tarif edilmez haz aldığımız, o “Halil İbrahim Sofrası”na -son vakitlerde yolda 2-3 defa dinlenerek- gidecek, ikisi de memnun, mutlu ve bahtiyar, ömürlerine güzel bir hatıra daha katacak, uzun ve geniş mutfak masasında sohbete dalacaklar.... Eski Gördes hatıraları canlanacak... Memleket meselelerini konuşacaklar...
“Hüseyin!” diye seslenince,
“Buyur hala” diyeceğim...
“Ben kardeşlerin en küçüğüydüm... Tarık ağabeyimle Recep ağabeyim beni hep omuzlarında taşıdılar... Değil mi ağabey?” diyecek, babam da “yapılması gerekeni yaptık” dercesine vakarla başını öne eğecek...
Kardeşlik hukukunun, muhabbetinin, saygı ve sevgisinin, paylaşmanın ve dayanışmasının en güzel örneklerini, hakikatin peşinden gitmeyi onlardan görüp yaşayarak büyüdük. Az şey mi? Her şeyi ile tefessüh eden bir cemiyette, insanlık aleminde, bu çok kıymetli bir hazine...
Güzel düşünen, güzel görecek... Güzel gören güzel konuşacak...
“Ahsen! Montun çok yakışmış!”
“Hale Nur! Benim güzel kızım hoş geldin!”
“Seyyare, maşallah sen hep aynısın!”
“Hüseyin! Yazını okudum, çok beğendim!” diyecek, iyimserliği dalga dalga yayacak... Hanesine gelenler; “Hoca annesi”ni, “Hacı abla”sını, “Bilge teyze”sini dinleyip memnun, mutlu ve bahtiyar ayrılacaklar.
Hastalığı süresince yattığı odaya giriyorum... Duygulanıyorum. Gözlerim doluyor. Babamla ziyaretine gelirdik hep. Koltuğa oturan babam bir süre onu izler; “Gülümser!” dediğinde, gözlerini açıp belli belirsiz “Abi!” dese, gözlerini açıp bakıverse dünyalar onun olur, bir işaret, bir ses alamadığı zaman üzülür, başını çevirip göz yaşlarını silerdi. Belki de bunun için sıkça, “Gülümser, ben senden önce gideyim!” temennisinde bulundu. Takdir eden de böyle buyurdu ki, iki yıl önce sonsuzluk alemine uçtu gitti...
Bir arkadaşım; “Benim yaşadığım Gördes’in en güzel insanlarından...” diyor taziye dileklerinde...
Uzaklardan gelen bir başka dost, sözlerine; “Canım anamın can yoldaşı, annemden sonra gelen kıymetlim...” diye başlamış duygularını anlatmaya.
Gördes Ulu Cami, kaç er ve hatun kişiye, kaç sabiye durak oldu, o musalla taşı kaç Gülümser’i misafir etti bilinmez...
Sevenleri, ilâhi takdire teslimiyet içinde avluda bekliyor. Yanıma gelen bir büyüğüm, üzüntüsünü ve baş sağlığı dileklerini iletiyor. Sonra, adeta fısıldayarak; “Hayatımda çok mühim iki iyiliğini gördüm...” diyor ve anlatıyor... Önce gözleri doluyor, sonra gördüğü o iyilik, duyduğu sevgi ve minnet hisleri yaş olup akıyor...
Gördes’e her gelişimde, hiçbir zaman istisnasını yaşamadığım soruyu babamdan duyardım: “Halanı gördün mü? Uğradın mı halana?”
“Evet baba, uğradım, gördüm halamı... Birazdan O’nu da alıp geleceğiz... Bir münevver hanımefendiyi ebedî alemin kollarına teslim edeceğiz... Tıpkı senin gibi, annem gibi...”
Sohbet meclisinde; Allah’ın ayetlerini okuyacak, varlık sırrını keşfe çıkacak, mükevvenatı seyre dalacaksınız...
Biliyoruz ve ümit ediyoruz ki; Rabbimiz, kullarının sevdiği insanı, sonsuz rahmetiyle sarıp sarmalayacak öyle muamele edecektir.
Bu dileğimiz ve sözümüz gök kubbede bir serlevha gibi kalsın: Hep derin bir hürmet, sevgi, saygı ve özlemle anacak, “Benim güzel bir halam vardı...” diyeceğim.
Hala, kıymettir, zenginliktir. Benim kızlarım da şanslı; Ayşe ve Neşe halaları var.
Güle güle hala.
Bütün ölmüşlerimizin ruhu şad mekânı cennet olsun.
“...
Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.”
YORUMLAR