Hüseyin TUNÇAY

Hüseyin TUNÇAY

htuncay45@gmail.com

Ecdadımızın İzinde Balkanlar-II

11 Ekim 2024 - 16:53 - Güncelleme: 11 Ekim 2024 - 16:54

         "Altından Bistriça (Akdere) Nehri’nin geçtiği tarihi Taş Köprü’den yürüyerek Sinan Paşa Cami’sinin olduğu bölgeye geldik. Caminin giriş merdivenlerinin sağında, oluğundan buz gibi su akan  çeşme var. Bu çevrede esnaf ve sanatkârların dükkânları, yeme içme ve dinlenme mekânları yer alıyor. 
            Şehir, -Prizren- şefkâtli ana kucağı gibi sizi sarıp sarmalıyor. Sıcak ve samimi... Gurbetten sılaya gelmişim de yılların hasretini birkaç saate sığdırmak için çırpınan evlât gibiyim...
            ...
            “Ayakkabı ve kuru yemiş satan esnafla, çarşıda yemek yediğimiz lokantadaki gençlerle Türkçe konuşup anlaşıyoruz. Gayet nazikler. Bizi memnun etmek için ellerinden geleni yaptılar.”
            ...
            “Prizren, ailece çok sevdiğimiz halde içmeye fırsat bulamadığımız bozanın da ana vatanıymış. Manisa’nın en eski boza ustaları  bu coğrafyadan gelen soydaşlarımızdır. Şimdilerde sayıları ancak birkaçı bulan bozacılara, 1970’li yıllarda özellikle Perşembe Pazarı’nda adım başı rastlar, bol bol içerdik. Nohut mayalı simidi meşhur olan Manisa’nın bozası da geleneksel tatlarındandır. Bozacılarımız akşamları mahalleleri dolaşır, hoş nidalarla geldiklerini belli eder, sevenlerinin damaklarını boza  tadından mahrum bırakmazdı.”  (KOSOVA, s. 65,66)
***
            Vardar Nehri, beş yüz yıl Osmanlı hakimiyetinde kalan bu güzel şehrin -Üsküp- ortasından geçiyor. Makedonya Meydanı’ndan  bakınca, Vardar Nehri’nin bir tarafı yeni yapılan binalar ile açık hava heykellerinin müzesini (!), diğer tarafa bakınca da Türk-İslâm mimarisinin nadide örneklerini  görüp Anadolu’nun sıcaklığını hissediyorsunuz.”
            ...
            “Şehrin iki yakasını birleştiren köprünün üstünden hem Vardar’ı hem şehri seyrettik.
            Köprüden inip çarşıya yöneldiğimde kulağıma tanıdık bir müzik parçasının ezgileri gelmeye başladı. Dikkat kesilip tekrar dinledim... Oydu. Sohbet vesilesiyle Manisa’ya geldiğinde, kendisinden hikâyesini de dinlediğimiz merhum Abdurrahim Karakoç’un Mihriban’ı idi. Musa Eroğlu’nun Mihriban bestesi bir musiki ustasının gitarından Üsküp’ün Makedonya Meydanı’na lâtif bir akşam rüzgârı gibi yayılıyor, gönül telimizi okşayıp geçiyordu... Bu ne güzellikti! Yaklaşınca gördüm ki, öğretmen  arkadaşlarım da sözlerini okuyor!!!”
            ...
            “Alaca Cami, (Kalkandelen/Tetova) başlı başına inceleme, araştırma ve makalelere konu olacak kadar zengin bir anıt eser.
            Camiye girdiğimizde; ‘Anamın ak sütü gibi helâl Türkçeyle’, ‘Hoş geldiniz!’ diye karşılayan, ‘Hayırlı yolculuklar!’ dileyip uğurlayan, yüce gönüllü, aydınlık yüzlü  cami görevlisine şükran ve teşekkür borcumuz var. Selam olsun.”
            ...
            “Konaklayacağımız G HOTEL, Makedonya Meydanı’na 15 dakika uzaklıkta. Türk olan otel sahibi bizi dışarıda karşıladı.”
            ...
            “Yarın sabahleyin kahvaltımızı yaptıktan sonra; meşhur seyyahımız Evliya Çelebi’nin (1661), 12 eşsiz mesire yerinden bahsederek, ahalisinin Makedonca, Rumca ve düzgün Türkçe konuşup, gayet özenli kılık ve kıyafet giyiyor deyip gül-i gülistana benzettiği balık yurdu Ohrid’ten ayrılıp Manastır’a  hareket edeceğiz.”
            ...
            “Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün okuduğu Manastır  Askerî İdadisi (Lisesi) şu anda müze olarak hizmet veriyor.
            Bina giriş kapısının sağ tarafındaki levhada; “Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin yaratıcısı ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk 1899 yılında Askerî İdadi’yi bu kışlada bitirdi.” açıklaması yer alıyor.”
            ...
            “Şirok Sokak’ta ilerlerken sol taraftaki bir binanın yan cephesindeki yazı (PANTA REİ), işaret ve Romen rakamları dikkatimi çekti.
            Güneş saati olarak hazırlanan tablonun tam üstündeki ‘PANTA REİ’ (Her şey akar) sözlerinin Yunan filozof Heraklit’e ait olduğunu öğrendim. ‘Evren, boyuna akan bir süreçtir, başı sonu olmayan bir değişmedir. Hiç durmayan bu değişme içinde kalan, sürüp giden hiçbir şey yoktur.’ temel felsefesi ve akıp giden zamanın sembolü saat ile mükemmel bir kompozisyon oluşturulmuş. Çok hoşuma gitti doğrusu. Evet, ‘Her şey akar...’. ‘Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz.’ sözü de aynı filozofa ait.” (KUZEY MAKEDONYA, s.70, 72, 82, 83, 93, 94, 97)
***
            AB üyesi Yunanistan ile zaman zaman, Batı Trakya, On iki Adalar, Ege Kıta Sahanlığı, geçmişten günümüze Kıbrıs meselesi olmak üzere ciddi gerilimler yaşıyoruz.
            Bir süre önce Apostolos Papathedorou isimli Yunan turistin, 25 avro ödenerek çıkılıp gezilebilen İstanbul’daki Ayasofya Cami’sinin ikinci katında ülkesinin bayrağını açarak  çektirdiği fotoğrafı, "Sevgili şehrim, sonsuza kadar Yunan." cümlesiyle yaptığı paylaşımı görünce, Yunanların, ‘Büyük fikir’ anlamına gelen  Megali İdea’sını hatırladım.  Megali İdea; Rumların yaşadıkları yerleri Yunan bayrağı altında birleştirme, Pontus Rum Devleti’nin yeniden canlandırılması ve Büyük Helen İmparatorluğu’nun yeniden kurulması ülküsüdür.”
            ...
            “Kadim şehir Selanik, Makedon Kralı Kassander tarafından karısı Thessalonike’nin adına milâttan önce 316’da kurulmuş. 1430’da Osmanlı hakimiyetine geçmeden, başta Roma ve Bizans olmak üzere burada pek çok medeniyet hüküm sürmüş. Müslüman, Hristiyan ve Yahudi toplumların  beraber yaşadığı, Balkanlardaki göz bebeğimiz Selanik’i yaklaşık beş asır sonra, 1912’de terk etmek zorunda kalmışız.”
            “Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu Selanik ile saat 17.00’de buluşuyoruz. Gezimizin artık son günü. Yunanistan’ın ikinci büyük kent merkezinde geçireceğimiz iki buçuk saatlik vaktin içine pek çok şeyi sığdırabilmenin heyecanı saracak yine bizi.” 
            ...
            “Pazartesi hariç ziyaret saatleri 10.00 ile 17.00 arasında olan Atatürk Evi’ne geldiğimizde içeriye girmek için sırada bekleyen gençleri, öğrencileri, çocuklarıyla birlikte gelen anne ve babaları gördüm. Bir öğretmen olarak benim için de çok farklı bir gün ve ziyaret.
             Yıllarca, öğrencilerime hayatını anlatırken bahsettiğim mekânı bugün görecek, İlber Ortaylı’nın; “... O, Türkiye tarihini ve Türk toplumunu değiştiren bir başbuğdur... “ (24) diye nitelediği Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu, yaşadığı ve yetiştiği  ortamı yakından tanıyacaktım...”
            ...
            “Müze sokağında gayet güzel Türkçe konuşan, ürünlerini tanıtan ve reklamlarını yapan dükkân sahipleri var. Tezgâhlarında; Selanik gevreği, Kavala kurabiyesi, ilginçtir (!) eşek sütünden mamul yüz kremi, sabun ve losyonlar satılıyor.”
            ...
            Bir Acayip “Hoş Geldiniz” Levhası!!!
            Otobüsümüzle yokuş aşağı iniyoruz. Masmavi denizin kenarındaki  Kavala’yı görmeye başladık. Rehberimiz, taşıtların yavaşlamak zorunda olduğu virajın sağ tarafına, özenle  yerleştirilen büyükçe bir tabelaya dikkatimizi çekiyor. Mavi zemin üzerine yerleştirilen, beyaza boyanmış  Kıbrıs haritası üzerinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bulunduğu alan kırmızıya boyanarak, aşağıya doğru akan kan damlalarıyla tasvir edilip, farklı dillerde; “Kıbrıs’ı unutmadık”, “Türk işgalciler dışarı!” ifadeleri yazılmış. Bu olayı araştırırken gördüm ki, aynı tabelalar  Dedeağaç, Selanik gibi şehirlerin otoyol giriş ve çıkışlarına da yerleştirilmiş. Misafirperliğe sığmayan bu karşılama, en hafif tabirle çok kaba ve yakışıksız.
            Hoş bulmadım Kavala!!!”
            ...
            “Bulgar işgali döneminde (1912-13) minaresi kaidesine kadar yıktırılarak Bulgar kilisesine çevrilen (31) cami, 1926 yılından sonra da Yunanistan tarafından kiliseye dönüştürülüp Aziz Nikolai  adı verilmiş. Sadece kaidesi kalan minaresinin üstüne çan kulesi, cami duvarlarına bir kat daha çıkılıp kilisenin kubbesi yerleştirilmiş.
            Kendisine giydirilmek istenen kimlikten muzdarip, bana mahzun mahzun bakan o cami aklımdan hiç çıkmayacak...
            Keşke, dünya milletler ailesi olarak hangi kültür unsuru olursa olsun, tarihi yapı ve mirasları orijinal haliyle koruyup geleceğe taşıyabilsek...”
            ...        
            “Kanuni Sultan Süleyman’ın kuzey dağlarından şehre su getirmek için yaptırdığı (1550), en yükseği 52 metre  60 kemerden oluşan uzun ve devasa yapıya doğru yürüyorum. Birçok kaynak ve turizm rehberinde Roma eseri denilerek yanlış takdim edilen su kemerinin büyüklüğünü, estetiğini ve güzelliğini yanına gelince daha iyi görüyor, serinlettiği  yanık yüreklerin minnet hislerini anlamaya, suların akışını duymaya çalışıyorum! Bu muazzam eserin altından gökyüzüne bakınca, dört başı mamur medeniyetimizin haşmetini görüyor ve gurur duyuyorum. O kemerler nasıl da şirin ve güzeller!”
            ...
            “Saat 14.00’ü gösterdiğinde Kavala’ya da ‘Allah’a ısmarladık’ deyip ülkemize dönmek üzere hareket ettik. Yolumuzun sağında ve solunda, ipince minarelerini gördüğümüz küçük şirin köyler ile mısır ve ayçiçeği tarlaları bize eşlik ediyor.” (YUNANİSTAN, s.101, 102, 105, 109, 111, 116, 117, 118, 124)
            ***
            “ Farklı duygular içindeyim. Bir zamanlar medeniyetimizin hakim olduğu toprakları dünya gözüyle görmenin, suyunu içmenin, havasını koklamanın, zamanın ruhunu yaşamanın, ‘Kanlarını sebil gibi akıtıp, belirsiz mezarlarda’ yatan şehitlerimizi tazimle selamlamanın bahtiyarlığını yaşıyor, bu  hayalimi bana yaşatan Rabbime şükrediyorum.”
            ...
            “Gezme, yeni yerleri görme isteğinizi ertelemeyin lütfen. Ekonomik zorlukların farkındayım. Bunu Balkan gezimizde çok net gördüm ve kıyasladım...”
            “Yaş almadan, kocamadan, genç ve sağlıklı halinizle, yurt içi ya da dışı, gücünüz nereye yeterse vakit kaybetmeden gidip geziniz.
            Tebdili mekânda ferahlık vardır... Yolunuz açık olsun.”
* Hüseyin Tunçay, Ecdadımızın İzinde Balkanlar, Ay Yayınları, 2024

Bu yazı 180 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum