Edebiyatımızda, Abdülhak Hamit Tarhan'ın 'Makber' adlı bir şiiri var. Şair bu şiiri ölen karısının ardından yazmış.
Şiiri okuyunca, hatta dinleyince üzülmemek, duygulanmamak mümkün değil. Bu nasıl bir aşktır, nasıl bir üzüntü duymaktır karısının ölümüne ya rabbi?
Hele hele Hafız Burhan'dan dinlerseniz içiniz parçalanır.
Şiir şöyle başlıyor:
Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu ah-u zâr kaldı.
Şimdi buradaydı, gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde ve cumhuriyetin ilk yıllarında eserler vermiş şairimizin 'Makber' şiirinin hikayesi, şöyle rivayet edilir:
Şair-i Âzam Abdülhak Hamid Tarhan, deniz üzerinden yapılan bir Lübnan yolculuğunda vefat eden eşi Fatma Hanım'ın ardından yasa boğulur. 6 ay boyunca karanlık bir bodrum katında yaşar. 6 ay sonra o bodrum katından çıktığında Gülhane Parkı'na gidip ahaliye 'Makber' şiirini okur. Şiiri duyanlar lâl olur, gözyaşlarına boğulur.
Ben gittim, o haksar kaldı,
Bir köşede tarumar kaldı,
Baki o enis-i dilden, eyvah,
Beyrut'ta bir mezar kaldı.
Bu şiirin, edebiyatımızda ayrı bir önemi de vardır. Ölüm karşısında insanın acizliğini, korkularını, isyanını ifade etmek Abdülhak Hamit Tarhan'ın bu şiiiriyle başlamıştır. Türk edebiyatında bir yeniliktir ve tanzimat dönemine özgün bir şiirdir.
O denli seviyor, özlüyor ki karısını kabrinden çık diyor şair karısına:
'Çık Fatıma! Lahdden kıyam et,
Yadımdaki haline devam et.'
Buraya kadar normal sevgili dostlar. Diyeceksiniz ki anlattıklarınla yazının başlığının ne alakası var? Anlatayım efendim. Doğru mudur bilinmez, internette şöyle bir paylaşım geziyor:
Eşinin vefatı üzerine üzüntüden Makber'i yazan Abdülhak Hamit Tarhan, eşinin taziyesinde tanıştığı bayanla iki hafta sonra evlenmiştir.
Şairler duygularını yoğun mu yaşarlar, bir anda başka sevdaya mı geçebilirler bilemiyorum. Belki de Fuzuli'nin dediği gibi inanmamak lazımdır. Ne diyordu Fuzuli:
'Gel derse Fuzuli ki güzellerde vefa var
Aldanmaki şair sözü elbette yalandır.'
YORUMLAR