Türk milleti olarak her yıl gururla yaşadığımız büyük zaferler ayındayız. Yüreklerimizi coşturan bu kutlu ay içinde bizi daha da heyecanlandıran öyle bir gün var ki; ebedi yurdumuz Anadolu’yu tekrar ve ebediyen bize kazandıran ve tüm dünyaya kafa tutup; “Bizi, bir daha bu mübarek topraklardan söküp atamazsınız; aslâ gönderemezsiniz!” dediğimiz ve aynı gün içinde yaşadığımız iki büyük zaferimiz; 26 Ağustos 1071 ve 26 Ağustos 1922.
Tabii olarak coşuyor ve heyecanlanıyoruz, şanına ve şerefine lâyık törenler yapıp birbirimizi kutluyor, kutlama mesajları gönderiyoruz.
İşte yine kutlu bir 26 Ağustos günü ufukta göründü; yine birbirinden güzel kutlamalar yapılacak ve yüreği vatan ve bayrak aşkıyla çarpan Milliyetçi, Ulusalcı, Vatansever dostlar tarafından karşılıklı çok güzel mesajlar ve tebrikler yollanacak.
Ancak son yıllarda dikkatimi çeken ve beni günler öncesinden düşünmeye ve üzüntüye sevk eden; kimler tarafından ve hangi amaçla hazırlanıp servis edildiği belli olmayan bir mesaj afişi var:
Bir köşede Sultan Alparslan’ın portresi, altında 26 Ağustos 1071 ve büyük harflerle GELDİK!..
Diğer köşesinde Atatürk’ün portresi, altında 26 Ağustos 1922 ve büyük harflerle GİTMİYORUZ!..
İlk bakışta hoşa giden ifadeler…
Muhakkak yüreği vatan ve millet aşkıyla dolu vatanseverler, şanlı tarihlerinden aldıkları şevk ve ilhamla tıpkı atalarının yaptığı gibi yedi düvele geçit vermeden bu aziz vatan topraklarını kanlarının son damlasına kadar müdafaa edecekleri kararlılığıyla bu ifadeleri içeren kutlama mesajlarını seçerek birbirlerine gönderiyorlar, bundan şüphemiz yok. Ancak, Papalığın ve başta İngilizler olmak üzere batılı emperyalistlerin ve Haçlı zihniyetinin asırlar öncesinden sahneye koyduğu bir sinsi tuzağa düştüklerini, vatanını seven bir yurttaş ve bir tarihçi olarak hatırlatmayı görev biliyorum.
Aziz dostlarım, biz Türkler, 1000 sene önce bu topraklara gelmedik. Malazgirt’ten çok önce zaten biz bu topraklardaydık. Bakın, son yıllarda yapılan kazılarda ortaya çıkan belgelere… Tüm dünyayı şaşırtan, tarihi tekrar sıfırdan ele alıp yazmaya zorlayan, bugüne kadar kabul ettirilen tarih tezlerini çürüten belgelere…
Tamamen batılı tarihçiler tarafından duygusal ve taraflı tahminlerle uydurularak yazılıp tüm dünyaya kabul ettirilen tarih tezleri bir bir çürüyor.
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, Mısır’da, Türkistan’da, Balkanlar’da, Rusya’da, Amerika kıtasında ve dünyanın daha birçok bölgesinde yapılan arkeolojik kazılar, tarihin M.Ö. 4000 yıllarında değil, çok önceleri başladığını ortaya koymaktadır. Türklerin atalarının da M.Ö. 40.000 yıllarında yaşadıkları ve yüksek bir medeniyete sahip oldukları ortaya çıkmıştır.
Şimdi bir düşünelim: Malazgirt’ten günümüze hemen hemen 1000 yıl geçmiş, yani bugün üzerinde yaşadığımız Anadolu’daki serüvenimiz sadece bin yılla sınırlandırılmış. Bu bin yıl içinde neler yaşamışız; Haçlı saldırıları, fetihler, işgaller, savaşlar, zaferler… Peki bu kadar kısa bir süre içinde Anadolu toprakları üzerinde bunca olay yaşamış isek, 41.000 yıl gibi çok uzun bir dönemde Anadolu’dan hiç mi haberimiz olmamış?... Hiç mi merak edip uğramamış atalarımız?.. Hep Orta Asya’da çakılıp kalmadıklarını biliyoruz. Mezopotamya’ya, Mısır’a, Arabistan’a, Avrupa’ya hatta Amerika kıtasına dahi gidip yerleştiklerini ve buralarda uzun süre yaşayıp büyük devletler ve medeniyetler kurduklarını biliyoruz.
Demek ki, Anadolu’yu hep atlamışlar!.. Ta M.S. Sultan Alparslan’ın Malazgirt’te Anadolu kapılarını açana kadar Türk milleti Anadolu’ya girmeyi beklemiş öyle mi?!..
Böyle bir şey mümkün mü acaba? Yerinde duramayan, kabuğuna sığmayan, cevval bir millet 41.000 yıl bekleyip ancak 42.000 yılında bu topraklara gelip yurt edinecek ha!..
Değerli Araştırmacı dostum Prof. Dr. Süleyman Sami İlker Beyefendi de geçenlerde okuduğum bir paylaşımında aynı yargıya ulaşmış. Diyor ki: “Anadolu’daki varlığımızın Malazgirt’ten çok öncelere dayandığı kanaatindeyim.” Çok doğru tespit. Birçok yerli ve yabancı araştırmacı da aynı kanaatte olduklarını, yazdıkları makaleler ve eserlerinde dile getiriyorlar.
Tarihi M.Ö. 8.000 yıllarına dayanan Saka (İskit) Türk İmparatorluğu İran’da, Azerbaycan’da, Mezopotamya’da faaliyet gösterirken acaba hiç mi Anadolu’yu merak edip uğramadı?
Urfa Göbeklitepe’de yapılan kazılarda ortaya çıkan Türk izleri, M. Ö 12.000 yıllarında yani bundan 14.000 yıl önce hangi Türk boyları tarafından bırakılmış olabilir acaba?
1071- Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusu içinde bulunup savaş esnasında Türk ordusu safına geçen Peçenek ve Uz Türkleri, Malazgirt öncesi Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli yerlerinde Bizanslılarla birlikte yaşayan Türk boyları olduğunu göstermez mi?
Bir sinsi propagandanın tesiri altındayız: “Siz Türkler, Malazgirt Savaşı ile bu topraklara işgalci olarak geldiniz, bu topraklarda emanetçisiniz. Eninde sonunda bu topraklardan gideceksiniz.”
Ne yazık ki; birçoğumuz da böyle olduğuna inanıyor, hatta bununla öğünerek GİTMEYECEĞİZ!.. diye kafa tutuyoruz.
Bizi göndermek için Ortaçağ’dan günümüze kadar birçok haçlı seferi düzenlendi. Birçok kan aktı, canlar gitti. Günahsız bebeler süngülenip parçalandı, genç kızlarımız, kadınlarımız hunharca saldırıya uğradı. Son Haçlı Seferi de Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nda; Sakarya’da, Dumlupınar’da, Büyük Taarruz’da püskürtüldü.
Ama düşman vazgeçmedi; hala aynı sinsi emel peşinde.
Birinci Dünya Savaşı sonunda toplanan Paris Konferansı’nda İngilizlerin uydurma ve düzmece yalanlarla hazırladıkları belgeleri Yunan Başbakanı Venizelos’un eline tutuşturup kürsüden:
-İşte belgelerimiz… İzmir bizim… Ege bizim… Marmara bizim… Anadolu bizim… diyerek ağızından tükürükler saça saça konuşturarak her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış bu kutsal vatan topraklarını Yunanlıların ata toprağı olarak ilan edip üzerimize salarlarken bizim Osmanlı heyetinin itirazları ise bir işe yaramadı. Çünkü ellerinde iddiaları çürütebilecekleri bir belge yoktu. Zaten Osmanlı, Malazgirt öncesi Türk tarihinden bihaberdi ve tarihlerini Malazgirt ile başlatıyorlardı. Hiçbir itirazda bulunamadılar ve güzelim Anadolu onların gözleri önünde Yunanlılara takdim edildi: “Anadolu sizin yurdunuz, gidin alın!” diyerek üzerimize salındı.
Bugün bazılarının hala anlayamadığı veya anlamamakta ısrar ettikleri Atatürk’ün tarih tezi eğer Osmanlı heyetinin elinde bulunsaydı; bu toprakların Yunanlıların ata yurdu değil, öz be öz Türk yurdu olduğunu ve hiç kimseye mal edilemeyeceğini haykırabilirlerdi. Ve Yunanlılar da ellerini kollarını sallayarak bu toprakları işgal edip, tarihte bir eşi daha görülmeyen vahşi katliamlarını sergileyemezlerdi. Ne yazık ki, İtalya dışında dünya devletlerinin onayıyla topraklarımıza çıkan bu palikaryalar bin asırlık kinle; hırsızlık, soygun, gasp, işkence, ırza tecavüz gibi ve akla gelmedik daha birçok yöntemlerle sahipsiz kalan bu talihsiz insanlara yapmadık zulüm bırakmamışlardır.
Halbuki bu topraklarda sadece Yunanlılar yaşamamıştır. Değişik zaman ve dönemlerde Romalılar (İtalyanlar), Persler (İranlılar) ve daha birçok millet hakimiyet kurarak uzun süre yaşamışlardır, ama en eski ve uzun süre yaşayan ve bu topraklar için en fazla kanını akıtan Türk milletidir.
Tarihte Anadolu’nun ilk sahipleri olarak bilinen Hititler (Etiler), Truvalılar, Traklar hep Orta Asya kökenli Türk’türler ve büyük devletler ve medeniyetler kurmuşlardır.
Büyük Atatürk’ün de dediği gibi: “Efendiler!.. Bu memleket, tarihte Türk’tü, hâl de Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.”
Evet, “GİTMİYORUZ!” sözüne bir diyeceğimiz yok, ama “1071’de GELDİK!” sözüne itirazımız var. Lütfen mesajlarımıza dikkat edelim dostlar!..
YORUMLAR