Kadı, küçük bir çakı bile olsa silahla dolaşılmasını yasaklamıştı.
Nasrettin Hoca, bir gün belinde büyük bir bıçakla yakalandı. Apar topar Kadı'nın huzuruna çıkardılar. Kadı sordu:
- Yasaktan haberin yok mudur bre gafil?
Nasrettin Hoca:
- Vardır elbette Kadı Efendi, ancak siz beni yanlış anladınız, ben bu bıçakla kitaplardaki yanlışları kazıyorum.
Hoca'nın bu cevabı Kadı'yı daha da kızdırdı:
- Bre küçücük bıçak neyine yetmez de koskoca bıçakla yaparsın bu işi?
Hoca rahmetli, gayet sakin konuşmasını sürdürdü:
- Bazı kitaplarda öyle kocaman yanlışlar var ki, bu bıçak bile kazımaya yetmiyor Kadı Efendi!
Tarih, kocaman yanlışları olan kitaplar ve bu yanlışları kazımak için koca koca bıçaklarla meydanlara inen insanların hikâyeleriyle doludur.
Hemen aklımıza gelenler; Fransız İhtilâli, Bolşevik Devrimi, Martin Luter'in Kiliseye isyanı, Ebu Müslim Horasani'nin Emevi Saltanatı'na karşı isyanı'..
Yakın tarihimizden de birçok örnekler verebiliriz; Jöntürk Hareketi, Meşrutiyet Mücadelesi, 31 Mart Vak'ası ve nihayet Kuvay-ı Milliye.
Cumhuriyet Tarihi'mize gelirsek; 1944 Olayları, 1960 Askeri Darbesi, Gençlik Hareketleri, 1971 Muhtırası, 1980 Askeri Darbesi ve nihayet 28 Şubat 1997 Post Modern Darbe.
Bütün bu olayların ortak tarafı; hâlihazırda uygulanan koskocaman kitaplar ve bu kitaplarda bulunduğunu iddia ettikleri yanlışları kazımak ya da kazıtmamak için meydanlara inen asker sivil binlerce insan.
Bütün dünyanın gıptayla baktığı; Batı Demokrasisi.
Batı, acaba bu seviyeyi nasıl yakaladı? Pek de kolay yakalamadığını tarih kitapları söylüyor. Bir sürü çalkantılar, savaşlar, isyanlar, ihtilaller neticesinde bugünkü demokrasi anlayışını yakalayabilmiştir Batı Dünyası.
Gazetelerde okuyoruz; falanca Avrupa'nın başbakanı bisikletle makamına gidip geliyor. Falanca ülkenin Cumhurbaşkanı hiç korumasız halkın arasında alışveriş yapıyor, falanca ülkenin bakanı kendini başarısız bulduğu için seçmenlerinden özür dileyerek istifa ediyor,'.Kavga yok, şamata yok, çekişme yok. Kimse kimsenin kanını dökmeyi bırakın, bunu düşünmüyor bile. Demokrasi özümsenmiş, kimse kimseyi öteki olarak görmüyor, toplumu ayrıştıran bütün unsurlar etkisiz hale getirilmiş, tek bir şey var düşündükleri; üretmek, üretmek yine üretmek. Ve refah içinde mutlu yaşamak.
Peki, bu saydıklarımız, yani huzur, refah ve saadet içinde yaşamak bizim de hakkımız değil mi? Tarihi şan ve şerefle, medeniyetle, adaletle, merhametle dolu olan bu büyük milletin de hakkı değil mi?
Hakkıdır elbette. Ama bunu nasıl sağlayacağız? İşte bütün mesele bu.
Şu anda Türkiye ve Türk Milleti çok kritik bir dönemeçte; büyük bir sınav veriyor. Geleceğini şekillendirecek koskoca bir kitabı vücuda getirmenin arifesinde.
Acaba çekişmeleri, çatışmaları ve ayrışmaları sona erdirecek hatasız, kusursuz yanlışsız muazzam bir kitap ortaya koyabilme başarısını gösterebilecek midir?
Allah bu aziz milletin yar ve yardımcısı olsun. ÂMİN.
YORUMLAR