Atatürk, Mersin gezisindeyken şehirde gördüğü büyük binaları sormuş:
- Bu köşk kimin?
- Kirkor' un.
- Ya şu koca bina kimin?
- Yorgo' nun.
- Ya şu?
- Solomon'un.
Atatürk sinirlenmiş:
- Onlar bu binaları yaparken siz neredeydiniz !?
Kalabalığın arasından ihtiyar bir köylünün sesi duyulmuş:
- Biz Yemen'de, Tuna Boyları' nda, Balkanlar' da, Arnavutluk Dağları'nda, Kafkaslar' da, Çanakkale'de sizinle birlikte savaşıyorduk Paşam!
Atatürk bu hatırasını anlatırken; 'Hayatta cevap veremediğim yegâne insan bu aksakallı ihtiyar oldu.' demiştir.
Peki, bu olumsuz tablonun sorumlusu kim ya da kimlerdi? Bazılarına göre bunun cevabı hemen hazırdır; 'Tabi ki Atatürk ve Cumhuriyet.' Acaba gerçek böyle midir? Cumhuriyet'ten evvel her şey yerli yerinde, insanlar çok âlâ Müslüman ve adalet mekanizması tam tekmil işler durumda mıydı?
Eğer böyle idiyse; onca musibet, acı ve elemi niçin yaşadı bu millet?
Kuruluşunda Osmanlı bir gaziler ve erenler devleti idi. Ne zamana kadar? Devlet ve toplum sistemindeki bozulmalara, yani Duraklamaya ve gerilemeye kadar. Kuruluş ve yükseliş dönemlerinde Osmanlı Toplumu'nun; hükümdarından en küçük neferine ve sade vatandaşına kadar Allah aşkı, Resûlüllah sevgisi en doruk noktada, Hz. Ebubekir'in sadakati, Hz. Ömer'in adaleti, Hz. Osman'ın edep ve hayâsı ve Hz. Ali'nin ilim ve cesareti ile bezenmiş şerefli bir toplum olmasının sırrı nedir acaba? Bu ideal toplum, kimin, ya da kimlerin eseridir?
Osmanlı'dan önce Selçuklu vardı. Orta Asya'nın bağrından kopup gelen ve Asya Bozkırları' nda at koşturan bütün Türk Devletleri'nin geleneğini ve töresini yaşatan ve İslâm'la şereflenen Selçuklu. Önce vahşi Haçlı sürüleri, daha sonra onlardan daha vahşi Moğol sürüleri ile boğuşarak çelikleşen imanın sahipleri olan Selçuklular. Ve sonra Osmanlılar. Onların bağrından doğan, geleneğini, töresini, imanını ve anlayışını sürdüren Osmanlılar. Kuruluş, yükseliş ve sonra muhteşem bir asır. Osmanlılar bu zirve ruhu ne kadar taşıyabildiler, nereye kadar?
Sultan I. Süleyman; Kanuni olarak nam salıp, muhteşem bir döneme imza atan şanlı hükümdar. Aynı zamanda kırılmalarında yaşandığı bir dönem; Hürrem Sultan, Rüstem Paşa ve Şehzade Selim.
Devrin büyük edip ve şairi Mehmet Fuzulî' nin; ' Selâm verdim, rüşvet değüldür deyü almadılar.' Mısraıyla yakındığı, rüşvetin, iltimasın, haksızlıkların ve hukuksuzlukların başladığı, Yeniçerilerin ilk kez kazan kaldırdıkları bir devir.
Ya Kanuni'den sonrası; Sarı Selimler, III. Muratlar, Kösem Sultanlar, Patrona Haliller'
Ve Padişah katliamları; Genç Osman'ın, III. Selim'in, Abdülaziz'in şehadetleri' Çalkantılar, isyanlar, ıslahatlar'
Nihayet, Sultan Abdülmecid ve Tanzimat Fermanı ardından Islahat Fermanı. 'Eyvah! Bundan böyle gâvura gâvur diyemeyeceğiz.' Feryatlarıyla evlerine dağılan Müslüman ahali ve katliamlar, baskınlar, cinayetler'
Sonra Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük ve Batıcılık arayışları. Sultan Abdülhamit ve Meşrutiyet, II. Meşrutiyet derken 31 Mart Darbesi. İttihat ve Terakki ve üç büyük savaş; Trablusgarp, Balkan ve Cihan Harbi, sonrası tükeniş ve felâket.
Yüce Allah'ın bir lütfu; bir araya gelen birkaç genç subay ve Anadolu'
Değişmeyen bir gerçeğimizdir bu. Kimi anadan yardan serden geçer cepheye, şehadete koşar, kimi ise dünya saadeti için mal mülk, makam ve rant peşinde koşar. Şairimizin ' his yoksunu, sırtlan kümesi' diye tarif ettiği gözünü hırs, ihtiras ve menfaat bürümüş zavallı güruhtur bu. Bilmezler ki; şehitlik en yüce makamdır, her kişiye nasip olmaz.
Son günlerde, II. Çanakkale denilen Türkmen Dağı'nda Suriyeli Türkmen kardeşlerimizin verdiği şanlı mücadeleye, yurdumuzun dört bir yanından işlerini, güçlerini ve sevdiklerini bırakarak koşan nice yiğit Alperenlerimizin şehadet haberlerini alıyoruz. Allah rahmet eylesin, nûr içinde yatsınlar.
Güneydoğu ise, zaten yangın yeri. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Bütün bunlara rağmen bu milletin evlatları, yine de gözlerini kırpmadan koşuyorlar çatışma bölgelerine, düğüne, bayrama gider gibi.
YORUMLAR