Kazım GERMİYANOĞLU

Kazım GERMİYANOĞLU

kgermiyanoglu@hotmail.com

Yangın-16

28 Temmuz 2018 - 15:19

Gördes Çayı'nın çağıltısı, şiddetli bir yağmurun geleceğini haber veriyordu. Asım, pencerenin önünde avlu kapısına doğru oturmuş, biraz sonra boşanacak yağmuru bekler gibiydi. Ancak asıl beklediği bir başkası idi. Rüzgâr cama vurdukça bir uğultu yükseliyordu. Bu uğultulu ses onu gerilere, on yedi yıl öncesine götürdü'
                'Yine rüzgârlı ve soğuk bir gündü. Kapı ve pencerelerin tahta kapakları tamamen kapatılmış, perdeleri de çekilmiş olan evin sokak tarafındaki odasının tam ortasında duran mangal, odanın ürpertici soğuğunu kırmaya çalışıyordu. Ulu çınar ağaçlarının asırlık gölgelerinin raks ettiği Çarşıbaşı'ndaki Mermer Çeşme'den Dedebaşı'na doğru uzanan, avlulu ve hayatlı yarı ahşap evlerin sıralandığı Divan Mahallesi'nin, ayva ve nar ağaçlarıyla süslü daracık sokağındaki bu evde heyecanlı bir bekleyiş vardı; koşuşturmalar, gelip gitmeler ve konuşmalar...  Nihayet, Divan Mahallesi'nin bu daracık sokağından yükselip, ta Uzunçam Mahallesi'nin ardındaki ulu yamaçlarda yankılanan çığlıklar, gelen bir misafiri müjdeliyordu;  Gördes'in tanınmış ailelerinden Ali Ustaların Abdullah Efendi ile Zeliha Hanım çiftinin nur topu gibi bir kız çocuklarıydı gelen. Bu çığlıkları duyan konu komşu, Ali Ustaların evine koşuştular. Gelen boş gelmiyor; kimi bir kâse sıcak çorba, kimi taze sağılmış süt, kimi de fırından yeni çıkmış, örtüler arasında buram buram kokan sıcacık bir pideyi evin mutfağına bırakıyor, sonra da neşeli gülüşmelerin yankılandığı aydınlık odaya geçerek;
-Geçmiş olsun Zeliha!
-Allah analı babalı büyütsün!
-Ömrü uzun olsun!
-Hayırlı olsun! dedikten sonra eğilip, annesinin kolları arasında mışıl mışıl uyuyan minik misafirin yanaklarını sıkıp, bir 'Maşallah!' çekerek gidiyorlardı.
               Ali Ustalar; 'Sağlıklı bir çocuk daha bağışladığı için' Yüce Allah'a şükrediyorlar, gelenlere teşekkür edip ikramda bulunarak uğurluyorlardı. Üç oğuldan sonra kız, doğrusu çok makbule geçmişti; onun için adına Makbule koydular. Zeliha Hanım mutluluktan uçuyordu. O uçmasın da kimler uçsundu; çok arzu ettiği kara gözlü kızına, Makbule'sine kavuşmuştu. Abdullah Efendi de öyle. Ağabeyleri; Rasim, İbrahim ve Asım da çok sevinçliydiler. 
               Makbule, çok hareketli ve akıllı bir çocuktu. Annesi ve babası onu bir erkek çocuk gibi yetiştirdiler. Bir erkek kadar kuvvetli ve çevikti. Sık sık Gördes'in batısında Cevizli Dere'deki çiftliklerine gider, ata biner ve avlanırlardı. Babası ona atıcılık ve binicilik dersleri verir, onun en iyi şekilde yetişmesi için çalışırdı. Mahallede de en sevdiği oyun; savaşçılık oyunuydu Makbule'nin. Arkadaşlarını iki guruba ayırır, tahtadan yaptıkları silahlarla savaş oyunları oynarlardı. Bu yüzden mahalledeki arkadaşları ona; ' Asker Makbule' adını takmışlardı. Savaş oyunlarındaki ustalığı ve çevikliğiyle arkadaşlarına kendisini kabul ettirmiş ve ayrı bir saygı ve sevgi görmeye başlamıştı. Asker Makbule olmadığı zamanlarda oyunların tadı çıkmazdı. Dürüstlüğe ve doğruluğa çok önem verir, haksızlığa hiç tahammül edemezdi. Aykırı davranan arkadaşlarını uyarır, ısrar edenleri cezalandırmaktan geri durmazdı. Bu yüzden, çocuklar onu hem sever, hem de tir tir titrer, sözünden çıkmamaya çalışırlardı. Sadece çocuklar değil, büyükler de onu sever ve sayarlardı. O artık büyümüş, sadece Divan Mahallesi'nin değil Gördes'in Asker Makbule'si olmuştu.
               Makbule on iki yaşına geldiğinde, babası Abdullah Efendi'yi kaybetti. Atıcılık derslerine annesiyle devam etti. Aynı sene bir oldubitti ile Birinci Dünya Savaşı'na girilmiş, seferberlik ilân edilmişti. Gençler askere alınıp cephelere gönderiliyorlardı. Gidenler dönmüyor, ağıtlar yakılıyor, kahramanlık türküleri dillerden düşmüyordu. Makbule, seferberlik yıllarının acı ve ıstıraplarını yaşayarak, ağıt ve türküleri dinleyerek büyüdü. Düşmana karşı içinde derin bir kin ve nefret uyandı. Vatan, namus, din ve bayrak sevgisi pekişti.      
Makbule, on beş yaşına geldiğinde en büyük ağabeyi Rasim, Arabistan savaşlarında şehit düştü. Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, erkeklerin birçoğu geri dönmemiş, geri gelenlerin ise birçoğu kolsuz, bacaksız dönmüşlerdi. Bu yüzden işler hep yaşlıların, kadınların ve yeni yetişen çocukların üzerinde kalmıştı. Bütün yurtta durum çok vahim idi. Kıtlık ve hastalıklar almış yürümüştü. Daha kötüsü yurdu paylaşan düşmanlar, yer yer Anadolu'ya çıkmaya başlamışlardı. Yunanlılar, İzmir'e asker çıkarmış, bütün Ege'yi ellerine geçirmek için harekete geçmişlerdi. Manisa, Akhisar, Turgutlu, Sındırgı bir bir işgal edilmiş, düşman Gördes'e oldukça yaklaşmıştı. Herkes sessiz ve üzüntülü idi. Kahvehanelerde, sokaklarda, cami avlularında küme küme insanlar, konuştukları konu hep aynı idi:
               - Yonan İzmir'e çıkmış!
- Manisa'ya, Akhisar'a, Kasaba' ya, Sındırgı'ya da girmiş!! 
               - Eyvah! Yakında buraya da gelirler!
               - Kırıla kırıla kalmadık!
               - Daha askerimizin çoğu cepheden dönmedi!       
               - Dönenler de ya çolak ya da topal!      
               - Ne yapar, ne ederiz?    
               - Yonan bu, hiç merhamet etmez!     
               Böyle diyenler olduğu gibi:
               - Gelsinler bakalım gelsinler!
               - Gelecekleri varsa görecekleri de var elbet!
               - Henüz ölmedik!
               - Kolsuz, bacaksız, gözsüz, kulaksız da olsak!
               - Yonan'ın hakkından gelmesini biliriz!
               Diyenler de vardı'
               İşte, Makbule böyle bir ortam içinde büyüdü. Her yıl biraz daha gelişti, güzelleşti. Daha çevik ata binmeye, daha seri atışlar yapmaya başladı. Fırsat buldukça annesi ve ağabeyleriyle Cevizlidere' deki çiftliklerine gidiyor, atış talimlerine devam ediyordu.
               Makbule'nin becerikliliği ve güzelliği dillere destan olmuştu. Artık çocukluktan çıkmış on yedi yaşında genç ve güzel bir kız olmuştu'
               '.Yağmur dinmiş, hafiften esen rüzgâr, camlarda tutunmaya çalışan damlacıkları alıp götürüyordu.
            Birden avlu kapısı açıldı. Makbule çevik hareketlerle atını çekip direğe bağladı. Ağabeyi İbrahim de atı ile arkasından avluya girmişti. Asım sitemkâr bir tavırla:
               - Nerde kaldınız yahu? Beni çok merak ettirdiniz!
               Tüfeği ve fişekliği elinde olduğu halde merdivenden çıkan Makbule:
               - Yağmur çok yağıyordu, dinmesini bekledik ağabeyciğim! Merak ettirdiğimiz için özür dilerim.
               - Bu gün hava kapalı, gitmeyin, diye çok söyledim ama dinletemedim.
               Makbule merdivenleri çıkıp eve girince İbrahim:
               - Kızımız sevdalı, ne diyelim ağabey! At, Silah, Çiftlik! Onlarsız duramıyor. Yağmur çamur kimim umurunda!
               - Neyse! Hayırlısıyla geldiniz! Aklıma kötü şeyler de geliyor. Biliyorsunuz namussuz Rum Çeteleri işi iyice azıttılar. Bu gün çarşıda bizim çiftlik tarafına geçtiklerini de duydum. Yunan Palikaryaları da ha geldi! Ha gelecek!  Bundan sonra daha da dikkatli olmalıyız. Makbule'yi yalnız bırakmayalım. Hatta çiftliğe hiç göndermesek daha iyi olur.
               - O biraz zor ağabey! Makbule küçük yaştan beri çiftlik, at ve silahla iç içe büyüdü. Vazgeçirmek biraz zor olacak.    
               - Ben Makbule'yle konuşurum. Sen çık üzerini değiştir, hasta olacaksın!

Bu yazı 1018 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum