Türk Mahallelerinin onca ıssızlığına karşılık, Rum Mahallesi sabahlara kadar uyumuyor, hemen her gece en güzel elbiselerini giyerek kendilerini sokağa atan Rumlar, içki içip, laternalar çalarak, Yunan bayraklarıyla donattıkları zafer takları altında çılgınca eğleniyorlardı. Her yeni alınan haber Rumları daha da çılgınlaştırıyor, kiliselerin çanları ardı ardına çalıyor, Aleko'nun Meyhanesi dolup dolup taşıyordu. Rum kızı Heleni çılgınca dansedip şarkılar söyleyerek bu coşkuyu daha da arttırıyordu.
Gördes, 1900'lerin başında önemli bir ticaret merkezi durumundaydı. Gördesli tüccarlar ticaretlerini daha çok İzmirli tüccarlarla yaparlardı. İzmir Gördes için çok önemliydi. İzmir, başkent İstanbul'dan sonra Osmanlı'nın en büyük ve en gelişmiş şehriydi. Batı Anadolu'nun iktisadi merkezi olan şehir, Avrupa'yla ticari ilişkiler açısından da çok önemli bir konumdaydı. Büyük çoğunluğu Müslüman olmayanların oluşturduğu İzmir'de Rumlar, Yahudiler, Ermeniler ve Latin Katolikler çoğunluktaydı. Aynı zamanda şehirde Osmanlı vatandaşı olmayan 10 bini aşkın insan da vardı.
İzmir'in Yunanlılarca işgalinden önce Gördesli Türkler ve Rumlar uyum içerisinde yaşıyorlardı. Türklerin çoğunluğu esnaf, dokuma işçisi ve çiftçi idi. Ticaretle uğraşan Türkler parmakla sayılacak kadar azdı. Tüccarlarla, büyük meslek sahipleri daha çok Rumlar arasından çıkardı. Gördes'te Türk ebeler vardı ama doktor ve dişçi Rum'du. Rum terzi Aspasya Türk meslektaşlarından daha üstün tutulur, dikişini daha pahalıya dikerdi.
Güdülen tek ayrım Türklerle Rumların evlenmemeleriydi ki bu dinî kaynaklı isteksizlik karşılıklıydı; bu yüzden arada mutsuz biten birtakım aşklara sebep olsa da kimsenin gururunu incitmezdi.
Bu ayrım dışında iki toplum, birbirini kabullenmiş ve hatta kaynaşmış olarak yaşıyordu. Ancak Yunan ordusu'nun İzmir'i işgal etmesiyle herşey değişti. Çalkantıların, bu kuytu köşenin durgun sularını da dalgalandırıp bulandırması kaçınılmazdı. Ancak çoğunluğun aksine bu durumdan rahatsız olan ve Türk komşularıyla eski muhabbetli günleri arayan az sayıda Rum ailede gelişmeleri kaygıyla izlemekteydi.
Aylar geçtiği halde Rizo ne uğramıştı ne de bir haber gelmişti. Bazı komşuları, onun Hristo'nun çetesine katıldığını ve Müslüman köylerine baskınlar yaptıklarını söylüyorlardı.
O günden beri Mihail'in ağzını bıçak açmıyordu. Gözünü uzaklara dikmiş düşünüyor düşünüyordu. Hanımı Eftalya ise; oğluna mı üzülsün, kocasının durumuna mı bilemiyordu. Durmadan ağlıyor ağlıyordu. Türk komşuları onları yalnız bırakmıyor, teselli etmeye çalışıyorlardı ama onlar Türklerin yüzüne bakamıyor, mahcup oluyorlardı. Zaman zaman bazı Rum komşuları da gizli gizli gelip gidiyorlardı.
Mihail, yine pencerenin önünde oturmuş, güneş ışıklarının yavaş yavaş çekildiği karşı tepeleri seyrediyordu.
Eftalya ise, misafirlerini uğurlayıp mutfağa girmişti. Birdenbire odanın kapısı açıldı. Kapıda komite elbiseleri giymiş soluk soluğa Rizo belirdi. Öfkeli bakışları babasının üzerindeydi:
- Söyle! Dedi. Halâ Türkleri seviyor musun?
- ''''''.
Mihail aylardır konuşmuyor, sadece bakıyordu. Yine öyle yaptı.
- Demek konuşmuyorsun!
-''..
-Konuş diyorum sana! Konuş! Konuş!
- ''.
Rizo yumruklarını sıktı sıktı olduğu yere çöktü, sanki taş kesilmiş öylece kalakalmıştı. Bir süre böyle bekledi sonra birden doğruldu, elinde bir tabanca belirmişti. Öfkeden kan çanağına dönmüş gözlerini ve silah tutan elini babasına çevirdi, tetiğin üzerindeki parmağı gerildi gerildi' Gözlerini yumdu' Annesinin:
-Rizo, oğlum! Çığlığıyla birlikte bir el silah sesi ve ardından büyük bir gürültüyle kendine gelebildi. Bir elindeki tabancaya, bir babasına, bir annesine baktı. Hepsi de donup kalmışlardı. Son anda pencereye dönerek silahını ateşlemiş ve pencere camları büyük bir gürültüyle yere dökülmüşlerdi. Mihail'in gözleri yaşlarla dolmuş, elini Rizo'ya doğru uzatmış bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Rizo, bir annesine bir babasına baktı sonra da dönüp kaçarcasına merdivenlerden atlayıp gitti. Mihail ile Eftalya birbirlerine sarılıp ağladılar, ağladılar. Mihail'in yaşlı kalbi daha fazla dayanamadı. Elini birden kalbine götürdü, diğer eliyle boğazını tuttu, zor nefes alıp veriyordu. Gözleri bir noktaya takıldı öylece kalakaldı. Eftalya ne yapacağını şaşırmış, ağlıyor çırpınıyordu. Komşuları Mihail'in evine koşuştular.
YORUMLAR