Kazım GERMİYANOĞLU

Kazım GERMİYANOĞLU

kgermiyanoglu@hotmail.com

Yangın-79

01 Kasım 2019 - 23:33

Makbule'yi isteyeli bir haftayı geçtiği halde, Ali Ustalar'dan olumlu ya da olumsuz bir cevap gelmemişti. Halil Efe, sabırsızlanıyor, kimseyle konuşmuyor, sürekli düşünüyordu. Parti Pehlivan Ağa, Halil Efe'nin bu durumuna çok üzülüyor, bir an önce bu işin neticelenmesini istiyordu. Bir gün yalnız kaldıklarında, konuyu Hacı Ethem Bey'e açtı. Hacı Ethem Bey: 
-Pehlivan Ağa, şunu daha evvel deseydin, Halil Efe'nin vaziyeti beni de üzmeye başlamıştı. Hemen kalk gidelim! Diyerek paltosuna uzandı.
               Pehlivan Ağa heyecanla yerinden kalktı, Hacı Bey'den önce kapıyı açtı. Kalpağını başına yerleştiren Hacı Ethem Bey önde Pehlivan arkasında olduğu halde süratle odadan çıktılar. Dar döşeme yola inip köşeyi döndükleri esnada Müftü İsmail Hakkı Efendi ile karşılaştılar. Hacı Ethem Bey sevindi:
               -  Müftü Bey, seni Allah gönderdi, gel hele halledilecek mühim bir vazifemiz var, diyerek iki eliyle Müftü Efendi'nin elini tutup hararetle sıktı.
               Müftü İsmail Hakkı Efendi:
               - Hayırdır Hacı Bey! Böyle alelacele nereye?
               -   Hayır, Hocam hayır, hem de ne hayır!
               Müftü Efendi'nin merakı bir kat daha artmıştı, şaşkın gözlerle bir Hacı Bey'e baktı bir Pehlivan'a. Hacı Bey:
               - Hocam, Ali Ustaların kızı Makbule'yi bizim Halil Efe'ye istemişler, bir haftadır haber yok, Halil Efe pek fena vaziyette, bu hayırlı işi neticelendirmek üzere gidiyoruz.
               Müftü Efendi güldü:
               - Makbule kızımız, Halil Efe'ye lâyık yaman bir kızdır, olmaması için bir sebep göremiyorum.
               -  Bizce de öyle, ama onlar ne düşünüyor, hele bir soralım.
               Hiç konuşmadan giden Parti Pehlivan aniden durdu:
                 - Ben tekrar gelmeyeyim, iyi karşılanmaz, siz ikiniz bu işi halledersiniz, diyerek geri döndü. Hacı Bey de Pehlivan'ın bu kararını yerinde görerek:
               - İyi düşündün Pehlivan, Müftü Efendi ile ikimizin gitmesi daha münasip olur, diye seslendi arkasından.
               Hacı Bey ile Müftü Efendi, Divan Mahallesi'nin uzun döşemeli yollarından geçerek Ali Ustaların evine vardılar. Hacı Ethem Bey, Ali Ustalar' la aile dostu olduğundan haber verme gereği dahi görmemişti. Müftü Bey geride kaldı, Hacı Ethem Bey kapıyı çaldı. İçeriden Zeliha Hanım seslendi:
               -  Kim o?
               -  Benim Zeliha Abla, Hacı Ethem!
               - Buyur Ethem, hoş geldin! Diyerek Zeliha Hanım kapıyı açtı.
                - Zeliha Abla, kusura bakma habersiz geldik, eğer mani bir hâl varsa sonra da gelebiliriz, dedi Hacı Ethem Bey.
               Zeliha Hanım:
               - Yok, yok ne manimiz olsun, İbrahim'le Asım'da biraz evvel geldiler, buyurun içeriye, diyerek kapıdan çekildi.
               Müftü Bey ile Hacı Bey eve girdiler.
               -  Hava güzel, bahçede de oturabiliriz, dedi Müftü İsmail Hakkı Efendi.
               Hacı Ethem Bey de onu destekledi:
               -  Şuracığa oturuverelim, çiçeklerin arasına, daha hoş olur.
               Hemen yanlarındaki sedire oturdular. Hacı Bey:
               -Yabancı değiliz Zeliha Abla, Müftü Bey'i de tanıyorsunuz.
               - Tabii, dedi Zeliha Hanım ve o da karşıdaki sedire oturdu.
               Duydukları sesler üzerine İbrahim ile Asım da bahçeye çıkmışlardı. 'Hoş geldiniz!' diyerek gelip ellerini sıktılar ve onlar da annelerinin yanına oturdular. Hal hatır sorulup kısa bir hoşbeşten sonra Hacı Ethem Bey, Müftü Efendi'ye baktı. Müftü Bey hemen söze girdi:
               - Biz, şu malûm hayırlı iş için geldik. Geçen hafta Molla Mehmet Efendi ile Pehlivan Ağa sizi ziyaret edip Allah'ın emri Peygamber Efendimiz' in kavliyle bir hayırlı istekte bulunmuşlar. Bir cevap vermemişsiniz. Biz, hem sebebini anlamak hem de hayırlı isteği tekrarlamak için geldik. Ne dersiniz? Dedi.
               - Ne diyelim? Bilmem ki!.. Dedi Zeliha Hanım ve devam etti:
               - İstemediğimizden değil, kaygılarımız var, diye de devam etti.
               Hacı Ethem Bey:
               - Sizi anlıyorum. Kolay verilebilecek bir karar değil mutlaka. Lâkin Halil Efe perişan, vaziyetine üzülüyoruz, biçare kapınıza geldik.
               - Allah'ın emri, zamanı geldiğinde kuş gibi uçacaklar, bu gün olmasa yarın, diyerek destek verdi Müftü İsmail Hakkı Efendi.
               -  Ne gibi kaygılarınız var? Diye sordu Hacı Ethem Bey.
      Zeliha Hanım:
               - Bilirsiniz, ahali çeteye kız verilmesini pekiyi karşılamaz. Düşmanın şerrinden çekinirler.
                Bu söz üzerine Hacı Ethem Bey:   
               - Zeliha Abla, Makbule sizin olduğu kadar bizim de kızımız. Gördesliler olarak ta başından beri işgallere karşı olduğumuzu her fırsatta dile getirdik ve İstanbul'un tüm ikaz ve baskılarına rağmen bizden olan ve içimizden çıkan Kuva-yı Millîye'yi bağrımıza bastık. Mücahitlerimize hep destek verdik, veriyoruz. Şimdi çocukluğundan beri bu ruhla yetişmiş ve ‘Asker Makbule' diye nam salmış kızımız Makbule çeteler tarafından yani Türk çeteleri tarafından isteniyor. Daha doğrusu Kuva-yı Millîye ruhuyla dağlara çıkmış, şahsî hiçbir hesabı olmayan, tamamen vatan, millet, din ve namus hassasiyeti sebebiyle çete olmuş, dağları kendine mesken tutmuş mücahit kardeşlerimiz, efelerimiz tarafından bizden isteniyor. Tereddüdünüzü anlıyorum. İşgalci düşmana karşı silaha sarılmış çetelere kız vermek bittabi düşmana meydan okumak demektir. Düşman bunu bu şekilde yorumlayacak ve suçlu arayacaktır. Birçoğumuzun canı yanacaktır. Ancak, düşmandan korkup da çeteye kız vermemek de bizi düşman gözünde yüceltmeyecektir. Aksine, düşman bundan güç alıp bizden kabullenemeyeceğimiz haysiyetimize dokunacak ağır isteklerde bulunacaktır. O zaman ne yapacağız? Kız vermeyerek hem çetelerin desteğini kaybedecek, hem de düşmandan korktuğumuzu belli ederek düşmanın namus ve şerefimizle dilediği gibi oynamasına zemin hazırlamış olmayacak mıyız?
               -  Doğru söylersin Hacı Bey, babasından sonra ağabeyinin de şahadet şerbetini içmesi bizi çok sarstı. Ne yaptığımızı bilmiyoruz. Kusurumuza bakmayın. Onlar da bizim için dağlarda, bizim evlatlarımızdan farkı yok onların.
               Zeliha Hanım oğullarına baktı, onlar da başlarıyla annelerinin söylediklerini desteklediler.
               - Makbule kızımız ne der bu işe? Diye sordu Müftü Efendi.
               - O, dünden razı, diyerek güldü Zeliha Hanım ve devam etti:
               - Çetelerden farkı var mı ki onun?
               Hep birlikte güldüler.
               Hacı Ethem Bey:
               - O halde, Halil Efe'ye müjdeli haberi verebilir miyiz? Diye sordu.
               Zeliha Hanım'ın cevabı kısa ve netti:
               - Verebilirsiniz!
               Hacı Ethem Bey ile Müftü İsmail Hakkı Efendi muvaffak olmanın verdiği hazla yerlerinden kalktılar:
               -  Allah hayırlı eylesin, mesut ve bahtiyar olsunlar! Diye duada bulundu Müftü Efendi.
               Hep birlikte:
               -  Âmin! Dediler.
               - Dünyalar Halil Efe'nin olacak! Sağol Zeliha Abla! Sağolun biraderler! Diyerek İbrahim'le Asım'ın ellerini sıktı Hacı Ethem Bey.
               Müsaade isteyip evden ayrıldılar.
               Kepez Dağı'nın üstünden gün aşmak üzereydi. Cemiyet binasına doğru hızlı adımlarla yürüdüler. Bir an evvel hayırlı haberi Halil Efe'ye iletmek istiyorlardı.

Bu yazı 1166 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum