Adı Mehmet'ti. Ama ona Rotes diye hitap ederdik. Hoşuna da giderdi. Gözü gibi baktığı, istikbali ve ekmek teknesi olarak gördüğü otobüsün markasıydı Rotes. Sık sık tekrarlardı bu adı ve bunun için de adı Rotes olmuştu.
Gördes'in usta otobüs şoförlerinden Alaattin Çivi Usta'nın biricik muaviniydi o. Zaman zaman kızsa da, bağırıp çağırsa da, ondan vaz geçemez, gönlünü almasını bilirdi. Rotes de öyle; bütün kırıcılığına rağmen ustasıydı, kızardı da severdi de. Ustasına saygıda kusur göstermezdi hiç. Sanki baba- oğul gibiydiler, beraber yer beraber içerlerdi. Rotes, Çivi Ailesi'nin bir ferdi gibiydi sanki.
O yılların alışılmış muavin profilinin çok dışında idi Rotes. Söz ve davranışlarında, giyiminde, kuşamında titizdi. Ölçülü ve tutarlı olmaya itina gösterirdi. Dik duruşlu ve delikanlı bir yapısı vardı. Gülücüklerin eksik olmadığı pembe yanaklı dolgun yüzü ve keskin bakışlarıyla genç kızların ilgi odağı olmayı başarmıştı. Birçok genç kız sırf onu görebilmek için, özellikle Alaattin Usta'nın Rotes marka bu güzel otobüsünü tercih eder, biletlerini önceden ayırtırlardı. Sevdalıydı Rotes. Lakin onun sevdası başkaydı. O yıllarda Türk Gençliği arasında yaygın olan bir sevdaydı onunki; Türkiye Sevdası. Her sefer dönüşü Rotes'inin bakım ve temizliğini seri bir şekilde yaparak hemen temiz elbiselerini giyer, doğruca Halıspor Lokali'ne koşar ve sohbetlerdeki yerini alırdı. Halıspor Lokali, çarşıdan liseye çıkan taş döşemeli geniş yokuşun sol tarafında, rahmetli Muhittin Demirağ'ın evinin alt katında, mütevazı bir mekândı. Sevgi ve muhabbetin doruğa ulaştığı o heyecan dolu yıllarda, can dostlarımızla buluşma ve sohbet mekânlarımızdan biriydi burası.
80'li yılların başları idi. Türkiye bir askeri darbe yaşamış, birçok yeni düzenlemelerle birlikte yeni uygulamalar başlamıştı. Bunlardan birisi de şehirlerarası seyahat firmalarının sıkı denetime alınmasıydı. En küçük köy minibüslerinin dahi kapasitesinin üzerinde yolcu taşımaları yasaktı. Yasağa uymayanlara çok ağır para cezaları uygulanıyordu. Akhisar Garajı, o yıllarda şimdiki Belediye Sarayı'nın olduğu yerdeydi. Otobüsler, yolcularını alır, listelerini hazırlar ve hareket ederlerdi. Otobüse sonradan binen yolcuların da hemen biletleri kesilir, listelere işlenirlerdi. Akhisar'dan Gördes'e gelen otobüslerin Akhisar'daki son durakları Lise Durağı idi. Burada bekleyen son yolcularını da alarak hareket eder ve hemen biletlerini keserek listelerine işlerlerdi. Akhisar çıkışında belli bir noktaya gelindiğinde kaptan aracını yavaşlatarak yolcuları uyarır, ayaktaki yolcular bulundukları yerlere çökerlerdi. Denetim noktasından geçen her otobüs şoförü derin bir nefes alır ve bir 'oh!' çekerdi.
Bu uygulamanın yeni başladığı günlerdi. Halıspor Lokali'nde arkadaşlarla sohbet ederken Rotes Mehmet geldi, selâm vererek oturdu. Güleç yüzü o gün daha da gülüyordu. Her zamanki gibi;
- Ulen sadıç! diyerek başladı konuşmasına:
- Sormayın, bugün başıma gelenleri!
Biz merakla;
- Hayırdır Rotes! Dedik.
Gülmeye başladı, güldü güldü. İyice meraklanmıştık:
- Ne oldu Rotes? Anlatsana! Dedik.
Zar zor anlatmaya başladı:
- Bugün n'oldu bilseniz!!!
- !!!
- İnekliğim tuttu, Şaban gibi!
- !!!
- Akser'den hareket ettik, bizim usta tam Akser çıkışında otobüsü durdurup birden ayağa kalkmaz mı?!!! Başladı bağırmaya; 'Çök!çök!çök! otur!otur!otur!!!'
Tekrar tutan gülme krizini de savuşturduktan sonra Rotes anlatmayı sürdürdü:
- Yolcular neye uğradıklarını anlayamadılar, kendini atan atana, ayakta kimse kalmadı.
Tekrar bir kahkaha atıp derin bir nefes alarak sürdürdü konuşmasını Rotes:
- O sırada ben de, ben de atmışım kendimi yere.
- Eee! Bak hele!
- Ustamın haşin sesiyle kendime geldim;'Memet! Memet!!! Ulan sen nere kayboldun deyus.'
Durdu, alnında biriken terleri sildikten sonra konuşmasını sürdürdü:
- Ulen sadıç, listeler elinde yüzü bir tuhaf olmuş beni arıyor ustam. Hemen fırladım yerimden, arka kapıdan inerek gittim yanına, ustam bağırıp çağırıyordu, ne diyeceğimi şaşırdım, listeleri kaptım elinden, doğru denetimcilerin yanına, neyse denetimi atlattık hayırlısıyla hareket ettik, ustam uzun süre bağırdı çağırdı, ama ben onu duymuyordum bile. Gülsem mi, ağlasam mı? Gördünüz mü şu yaptığım eşşekliği!!!
Uzun süre bu olay aramızda espri konusu oldu. Rotes'i her gördüğümüzde önce bu olayı hatırlatır, bir iyice gülerdik.
Çok saf ve temiz bir kalbi vardı Rotes'in.
Şimdi biraz daha eskiye, 1976 yılına gidelim. Gençlik yıllarımızdaki sohbet mekânlarımızdan biri de; Osman Abi'nin oğulları Hasan ve Mehmet ile birlikte işlettikleri Park Kahvesi idi. Gördes Lisesi ilk mezunlarını 1975 yılında vermiş, ama o yıl üniversiteyi hiç kazanan olmamıştı. 76 mezunları olarak biz ikinci mezunları idik. O yıllarda dershane yok, sınav dergisi yok, rehber öğretmen yok. Yalnız Lise' de iyi bir öğretmen kadrosu var. Matematik' te aynı zamanda okul müdürü olan İhsan Avcı otorite. Fizik ve Kimya'da müdür yardımcısı da olan Nuri Kaya, Edebiyat' ta İnsel Güven, Felsefe' de Nazım Dere, ' 6/Fen sınıfı olarak genelde istekli öğrencilerden oluşan 21 kişilik bir şubede eğitim görüyoruz. Bu yönden avantajlıyız ve sık sık da laboratuvara iniyoruz. Arkadaşlarla ders kitaplarımızın yanında bulabildiğimiz test kitaplarını da çözerek, o zamanki adıyla ÜSS olan Üniversite Seçme Sınavlarına hazırlanmaya çalışıyoruz.
Nihayet Haziran ayı geldi, İzmir'e gidip sınavlarımıza girdik. Okullar tatil oldu ve beklemeye başladık. Sonuçları heyecanla bekliyoruz. Ümidimiz yok ama ya kazanırsak! Nihayet Temmuz ayı geldi birkaç güne kadar sonuçlar açıklanacak. O yıllarda ÜSYM sonuç belgelerini adayların adreslerine posta ile gönderirdi. Sonuç belgeleri elimize ulaşmadan sonuçları öğrenme imkânımız yoktu. Bir öğleden sonra Park Kahvesi'nde büyük havuzun başında arkadaşlarla oturuyoruz. Konuştuğumuz konu yine ÜSS sonuçları; acaba bugün gelir mi gelmez mi? Nihayet beklenen an geldi. Bazı arkadaşlar, PTT'ye uğrayıp sonuçlarını almışlar. Ama hiç kazanan yokmuş. Biz, Veysel Altunkeyik ve Halil Aker ile havuz başındaki sohbetimize devam ediyoruz. Ümit yok, boş yere niye gidip moralimizi bozalım. Dursun durabildiği kadar. O sırada haberler gelmeye devam ediyor; 'Hiç kazanan yok, puanlar çok düşük!' Artık konuşmakta gelmiyor içimizden, sus pus oturuyoruz. O sırada Rotes görünüyor ufukta. Her zamanki neşeli haliyle temiz kıyafetlerini giymiş, güler yüzüyle bize yaklaşıyor.
- Selâmünaleyküm!
- Ve Aleykümselâm!
- Nedir bu haliniz? Suratınızdan düşen bin parça!
- !!!
- Ne oldu bir sıkıntınız mı var arkadeşler?
- Evet, üniversite sonuçları açıklandı bugün.
- Ee, açıklandıysa ne olmuş?
- Hiç kazanan yok.
- Siz de mi kazanamadınız?
- Biz henüz bakmadık.
- Kalkın, gidip bakalım. Böyle sus pus oturulur mu yahu?
Arkadaşlar ayağa kalktılar, ben kalkmadım. Rotes yanıma gelerek kolumdan tuttu:
- Kalk sadıç, gidip bakalım hele.
- Siz gidin, ben gelmeyeceğim.
Rotes, sımsıkı tuttuğu kolumdan çekerek:
- Kalk sadıç! Hadi kalk! Bak sen kazandın! Hem de İstanbol Ünversitesini kazandın, hadi!.
Beni zorla kaldırdı. Yavaş adımlarda PTT'ye doğru yürüdük.
PTT memuruna isimlerimizi söyleyerek zarflarımızı aldık. Zarfı Rotes'e uzattım:
- Buyur, sen aç! Dedim.
Rotes Mehmet aceleyle zarfı açtı, içinden belgeyi çıkarıp evirdi çevirdi:
- Sadıç! 'Kazandın' diyor sanki, bak hele bir şuna.
Baktım, o da ne? Rotes haklıydı galiba; 'İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümüne yerleştirildiniz.' Hayal mi görüyordum acaba? Tekrar tekrar okudum. Hayal değil evet gerçek. Biraz önce Rotes'in dediği gibi; işte İstanbol Üniversitesi. O sırada Veysel Altunkeyik'te bir nara atıyor; 'Yaşasın kazandım.' Rotes, kıs kıs gülüyor, bak ben size demedim mi der gibi. Sevinçle çıkıyoruz postahaneden. Rotes, bizden daha heyecanlı önüne gelene söylüyor, herkes ilgili, sevincimize ortak oluyorlar. Tabii Gördes tarihinde bir ilk; 1972 yılında kurulan Gördes Lisesi ilk defa mezunlarından ikisini Üniversiteye gönderiyor. İlçemiz için önemli bir olay. Bundan bir iki hafta sonra gittiğim İzmir'den güzel bir gömlek beğenerek hediye ediyorum Rotes'e. Rotes, uzun süre severek giyiyor o gömleği.
Yıllar yılları kovaladı. Rotes, muhtar oldu. Çok sevdiği köyü; Dargıl'a geri dönmüş, evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı. Dargıllılar onu bağrına basmış, genç yaşında muhtar yapmışlardı. Muavin Mehmet artık Muhtar Mehmet'ti. Yıllarca kalbinde taşıdığı 'Türkiye Sevdası'nın yanına bir de 'Dargıl Sevdası'nı sıkıştırmıştı . Dünyaya gözlerini açtığı, ilk adımlarını attığı, en tatlı çocukluk yıllarını yaşadığı bu topraklara vefa borcunu ödeme zamanı gelmişti. Hemen işe koyuldu. Hizmet aşkı bitmek bilmiyordu. Çok sevdiği köyüne yıllarca hizmet etti. Dargıl ondan, o Dargıl'dan vazgeçemedi. Ta ki ölünceye dek.
Sıcak yaşadı, sıcak dostluklar ve hatıralar bıraktı Rotes. Ve yine sıcak bir yaz gününde bu fani dünyaya veda etti. 'At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır.' Demiş ya atalarımız. Tıpkı öyle oldu. Yiğitliği, mertliği, delikanlılığıyla hafızalarımızda derin izler bırakarak gitti Rotes Mehmet.
Nûr içinde yatsın. Mekânı Cennet olsun.
YORUMLAR