1980’li yılların başları. Doğu Anadolu’nun tam merkezinde bulunan Bingöl ilinin şirin ilçesi Karlıova’da görev yapıyoruz. Hemen her branştan dokuz stajyer öğretmen. Karlıova Lisesi ilk kez böyle bir eğitim kadrosu görüyor. Her biri Türkiye’nin ayrı bir köşesinden, çiçeği burnunda dokuz cengâver; birden kaynaşıveriyoruz. İçtiğimiz su ayrı gitmiyor. Sabah akşam beraberiz. İlk görev yerimiz olması, memleketlerimize bir hayli uzak olması ve kalplerimizin de aynı idealler uğruna çarpıyor olması bizi birden kaynaştırıvermişti.
İlçe halkı ile ilişkilerimiz de çok iyi idi. 7’den 77’ye hepsi de bizi sevip sayıyor, bir dediğimizi iki etmiyorlardı. Hele gençler, çoğu evli ve çoluk çocuk sahibi olup yaşları bize hayli yakın olan öğrencilerimiz, bizi hiç yalnız bırakmıyorlar, yere göğe sığdıramıyorlardı. Akşamüstü okul paydoslarında sahaya gider futbol oynar, hafta sonu tatillerinde de ya yakınlara bir çay ya da dere kenarına pikniğe ya da yakın bir şehre geziye giderdik.
Nihayet, bir hafta sonu yolumuz Dadaşlar diyarı Erzurum’a düştü. Nene Hatun’un, Abdurrahman Gazi’nin, Emrah’ın şehri Erzurum.
Sabah çok erken saatlerde geldiğimiz Erzurum’da, önce Abdurrahman Gazi Hazretlerinin türbesini ziyaret edip, karşıdan Palandöken dağlarını seyrettikten sonra, bütün gün şehrin tabii ve tarihî güzelliklerini gezip gördük. İyice yorulmuştuk, tarihî Dabakhane Çeşmesi’nden birer tas su içip yorgunluğumuzu atmak üzere en yakın kahvehanenin bahçesine girip selâm vererek oturduk. Çaylarımızı söyledik.
Biraz sonra çaylar geldi. 10 tane çay tabağı ve içlerinde duman tüten çay dolu birer bardak. Bardaklarda kaşık yok. Ortada, sehpanın üstüne içinde külçe külçe şekerler bulunan bir de tabak bırakıp “afiyet olsun “diyerek gitti garson. Şaşkınlıkla birbirimize baktık, derken arkadaşlardan biri seslendi:
- Hey hemşerim! Hani kaşıkları yok mu bunların, kaşıklar nerede?
- Kaşık mı? Hemen getiriyorum! dedi garson.
-Kusura bakmayın abiler! Ben sizin yabancı olduğunuzu anlamamıştım.
-Burada istemeden gelmez mi kaşıklar? dedi arkadaş.
-Evet. Bizde kaşık kullanılmadığı için, kaşık koymayız bardaklara, dedi gülerek uzaklaştı. Şekerleri parçalayıp, tam bardaklarımıza atacaktık ki; yanımızda kıs kıs gülen Karlıovalı arkadaş:
-Erzurumlular çayı kırklama usulü içerler, bak siz de deneyin çok güzel oluyor! dedi.
Küçük bir parça şekeri ağzına atıp yanağına sıkıştırarak çayını yudumlamaya başladı.
-Öyle mi?.. Bir deneyelim, diyerek biz de birer küçük parça şekeri ağzımıza atıp yanağımıza sıkıştırarak çaylarımızı yudumlamaya başladık. Gerçekten güzel oluyordu. Şekerler çok sertti ve yavaş eriyordu. “Erzurum Şekeri” deniliyormuş. Birer çay daha söyleyerek, güle konuşa kırklama usulüyle içtik.
Karşı masada oturan 30 yaşlarında bir Erzurumlu da bizi izliyormuş:
- Kardaş! Yabancısınız galiba! Memleket nire? diye sordu.
- Ben Manisalıyım, dedim. Arkadaşlar teker teker memleketlerini söylediler: Aydın, Konya, Muğla, Samsun, Samsun, Çorum, Nevşehir, İzmir.
- Ben de Karlıovalıyım dedi arkadaş.
- Ooo, sen bizdenmişsin; Dadaş! dedi Erzurumlu, Karlıovalı arkadaşa ilgi gösterdi.
- Karlıova, Bingöl’e bağlı… ama yakınız, Erzurumlu da sayılırız… Ama ben Dadaş değilim, dedi arkadaş.
- Ee… nesin?
- Kırmanç’ım!
- Olsun. Türk-Kürt kardeştir! Katılmayan kaçaktır! diye cevap verdi Erzurumlu.
Güzel güzel sohbet ederken Erzurumlu:
- Siz, hoş arkadaşlarsınız… ama biz Egelilere pek güvenmeyiz. Rum ve Yunan dölü çoktur oralarda, demez mi…
- Sen ne diyon hemşerim? Bu arkadaşlar sapına kadar Türk. Öyle konuşulur mu? dedi Karlıovalı arkadaş ve devam etti:
- Biz de Türk’üz, siz de. Hepimiz de Türk ve Müslümanız Elhamdülillah!
Konyalı arkadaş:
- Ama Yunan Konya’ya girmemiş, dedi.
- Olsun! Konya’ da da Rumlar varmış, onlar da pek farklı değil, demez mi?
- Oğlum! Erzurumlular bize; “siz Rum dölüsünüz” derlerdi…
- Bizim Samsun’da da Rumlar varmış vaktiyle, biz de Rum dölü mü oluyoruz bu halde, diyerek tepki gösterdiler.
- Tabii, dedi Erzurumlu, Karadeniz de de çok Rum varmış eskiden.
- Arkadaş dedim, sen şimdi Türkiye’nin yarısını Rum ve Yunan dölü ettin. Peki Erzurum’da kimler varmış eskiden, buraları da hiç işgale uğramamış mı? Ruslar nerelere girip çıkmış, Ermeniler nerelerde katliamlar yapmış. Senin anlayışına göre gidersek; Doğu Anadolu ve İç Anadolu’da elden gidecek. Ama Erzurum’da bir Nene Hatun, Kastamonu’da Şerife Bacı, Aydın’da Çete Ayşe, Samsun’da Fatma Çavuş, Manisa-Gördes’te Makbule Hanım ve daha nice kahramanlar niçin savaşmış, düşmana teslim olmamış; tek Anadolu gavurlaşmasın diye. Bunlar sadece sembol isimler… daha nice kahramanlar, vatan ve namus için canını vermiş…
- Öyle dedi Aydınlı arkadaş; Yörük Ali Efe, Demirci Mehmet Efe, Çakıcı, Çakırcalı, Mestan Efe…Hep bu vatanın Rumlaşmaması ve Yunanlılaşmaması için mücadele vermediler mi?
- Tamam da… dedi Erzurumlu arkasını getiremedi. Hala aynı düşüncede olduğu belliydi.
- Deminden beri sizi dinliyorum gençler, şimdi siz beni dinleyin: Bir insan kendini nasıl hissediyorsa öyledir. Şimdi kalkıp da kafataslarınızı ölçüp, kanlarınızı tahlil edecek değiliz ya… Türk milletinin en büyük özelliği “Adalet ve merhameti” dir. Birçok yabancı tarihçi ve bilim adamı da bu konuda hemfikirdirler. Müslümanlıktan önce veya sonra Türklerde gördüğümüz çok güzel hasletlerin başında “Zalime karşı mazlumun, güçlüye karşı güçsüzün yanında yer almasıdır.” İşte Köroğlu… İşte Dadaloğlu… Egede de birçok efe bu sebeple dağa çıkmış, efe olmuştur. “Hakiki Türk, asla zulme rıza göstermez. Zalimi alkışlamaz. Daima güçlüye karşı, zayıfın; haksıza karşı, haklının; zalime karşı mazlumun ve mağdurun yanında yer alır.” Bu aynı zamanda hakiki Müslümanlığın da emaresidir. Şimdi, herkes bir yoklasın bakalım kendini! Bir an için gözlerinizi kapatın ve düşünün; Türk müsünüz, değil misiniz?
- Türk milleti, hiç kimseyi Türk veya Müslüman olması için zorlamamıştır. Alparslan Türkeş’in dediği gibi: “Türk milleti, hiçbir milleti asimile etmemiştir ve etmez de… ama kendisi asimile olur” Evet, gerçekten de asırlar boyu Türk egemenliğinde kalan Araplar, Rumlar, Ermeniler ve Balkan milletleri, bugün hala kendi dil ve kültürleriyle yaşıyorlarsa bunu Türk milletine borçludurlar. Ama maalesef, dilini ve kültürünü kaybederek Araplaşan, Farslaşan, Bulgarlaşan, Ruslaşan birçok Türk vardır…
- Kusura bakmayın kardaşlar, bir cahillik ettim! Hakkınızı helal edin, diyerek ayağa kalktı Erzurumlu.
“Doğunun sınır taşı; Erzurum’un Dadaşı.
Efesi var İzmir’in; eğilmez Türk’ün başı. “
Erzurumlu yaklaştı, kucaklaştık. Gözleri buğuluydu. Tekrar tekrar helallik dileyerek uzaklaşıp gitti.
YORUMLAR