Necati KÜÇÜK

Necati KÜÇÜK

Az Efe
necatikucuk@hotmail.com

Akhisar'da Sabah

19 Kasım 2024 - 18:26 - Güncelleme: 19 Kasım 2024 - 18:26

Sabahın erken saatlerinde şehirlerarası otobüsten indim. Hava oldukça soğuktu. Üşütüyordu. Henüz çok erken olduğu için şehir içi dolmuşlar çalışmaya başlamamışlardı. Çaresiz çantamı omuzuma asıp şehir merkezine doğru yürümeye başladım. Sokaklar tenha ve ıssızdı. Sadece, üzerinde “Servis Bekleme Noktası” yazılı duraklarda bazı insanlar görünüyordu.
Muhtemelen il merkezindeki büyük fabrikalara gitmek için servis bekliyorlardı. Kimileri hohlayarak ellerini ısıtıyor kimileri elleri ceplerinde ayaküstü sohbet ediyordu. Sokak lambalarıyla ve parlak vitrin ışıklarıyla aydınlanan sokaklar, henüz sessiz ve karanlık bir örtünün altındaydı. Sessizliği sabah ezanı okuyan müezzinin uykulu sesi böldü.
Yeni Hamam civarında sıcak çay içebileceğim bir kıraathane aradım. Henüz hiç biri açık değildi. Köşe başında ışıkları yanan bir çorba salonu görünüyordu. İçerinin sıcaklığından olacak camlar buğulanmıştı. Dışarıda iki tane, içerde de beş altı tane masası olan küçük bir işletmeydi. Lokantanın açık olduğunu belli etmek için sürgülü cam kapı yarı aralık bırakılmıştı.
Bir duvarın önünde gündüzleri köfte pişirilen büyükçe bir ızgara ocağı, onun önünde üzerindeki yemekleri sürekli sıcak tutmaya yarayan küçük bir benmari vardı. Benmari ile ızgara arasındaki minik koridorda, elindeki kepçe ile arada bir çorba tencerelerini karıştıran temiz giyimli bir beyefendi beni içeri buyur etti. Enine çizgileri olan bisiklet yaka kahverengi bir kazak ve taşlanmış siyah kot pantolon giymişti. Bu mütevazı kombinezonu taba rengi şık bir çift iskarpin tamamlıyordu. Bir çalışandan çok işletme sahibine benziyordu. Nispeten kapıya uzak bir masaya oturdum. Çok üşümüştüm. Elindeki kepçeyi bırakan orta yaşlı beyefendi, boşta kalan ellerini birbirine sürterek “Ne arzu edersiniz?” diye sordu. “Kelle Paça lütfen!” dedim. "Üzerine sarımsak sosu ve limon da ister misiniz?” dedi. "Evet, lütfen!” dedim.
Benmari üzerinde yan yana üç tane orta boy çorba tenceresi kaynıyordu. Üzerinde dumanları tüten çelik tencerelerin içerisine daldırılmış kepçelerin sapları hep aynı yöne bakıyordu. Her birinde yaklaşık otuz kâse çorba kaynadığını varsayarsak, burası sabahları yüz porsiyon civarında çorba satan küçük bir işletmeydi. Tencerelerin birisinde Mercimek diğerinde Ezogelin Çorbası vardı. Üçüncü tencerede ise içerisinde evin olmayan çorba suyu ya da çorba sosu kaynıyordu.
Tencerelerin gerisinde müşteriler tarafından pek görünmeyen bölümde, köşeli küvetler içerisinde de bazı çorbaların evinleri hazır edilmişti. Bir küvette elle tiftilmiş kelle paça parçacıkları, diğerinde kare kare doğranmış işkembe parçacıkları ve sonuncu küvette de haşlanmış tavuk parçacıkları vardı. Küvetlerin içerisindeki kaşıkların sapları da aynı yöne bakıyordu. Kelle Paça, İşkembe ve Tavuk Suyu çorbaları, üçüncü tenceredeki sosa bu et parçacıkları konularak hazırlanıyordu. Böylelikle her müşteriye aynı miktarda evin ihtiva eden çorbalar servis edilmiş oluyordu.
Dükkân iki cepheliydi. Izgara ocağı ve benmari sokaktan geçenler tarafından görünecek biçimde konumlandırılmıştı. Izgara ocağının yoldan görünmeyen aka tarafında el yıkamak için küçük bir lavabo, lavabonun biraz daha solunda alt kata doğru inen bir merdiven vardı. Merdiven boşluğundan, yemek hazırlanan mutfaklara özgü tıkırtılar geliyordu. Çorbaları geceden hazırlayan aşçı, servis görevini işletme sahibine bırakıp gün içerisinde servis edilecek sebze yemeklerini hazırlamak için mutfağa inmişti.
Biraz sonra merdivenlerden yukarı, ıslak ellerini önlüğü ile kurulayarak gelen genç bir bey çıktı. Tıkırtıların müsebbibi bu bey olmalıydı. Çorba tencerelerinin başına geçen genç adam kendine bir kâse çorba doldurduktan sonra en arka taraftaki tekli masaya oturdu. Çeyrek somun ekmekten bir parça koparıp ağzına attıktan sonra sabah çorbasını kaşıklamaya başladı.
Bu arada sokakların üzerindeki siyah örtü kalkmış, gökyüzü önce laciverte ardından maviye dönüşmüştü. Ortalık aydınlanınca sokaklar da insanlarla doluyordu. Uzaklardan gelen gıcırtılı kepenk seslerine otomobil kornaları ve motor homurtuları karışıyordu. Esmer tenli bir kâğıt toplayıcısı, Akhisar yapımı at arabasıyla işe çıkmıştı. Bir bisikletli köşe başında durup bir ayağını yere koydu. Kapüşonunu geriye doğru itip sağa sola bakındıktan sonra bisikletini sokağın karşı kıyısına doğru sürdü. Nazik işletme sahibi çorbanın ardından bir de çay ikram etti. Bu küçük kasaba lokantasında içim dışım ısınmıştı. Artık Akhisar'da yeni bir güne başlamak için hazırdım. Sevgilerimle.

Bu yazı 78 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum