Biçerdöver, Biçerbağlar veya Kosa dediğimiz kafesli büyük tırpanlar yaygınlaşmadan önceki yıllarda, arpa, buğday ve yulaf gibi ekinler el orağı ile biçilirmiş. El orağı ile buğday biçmek için, yere eğildikten sonra sol elle başakların alt kısmından bir demet buğday sapı kavranır, diğer eldeki orak ile buğdayların köklerine yakın bir yerden hızlıca vurup çekilerek buğdaylar biçilirmiş. Ancak insan eli küçük olduğundan parmakların arası biçilmiş buğday sapları ile çabucak dolar, elde biriken biçilmiş buğday saplarını yerdeki destenin üzerine koymak için sık sık biçmeye ara vermek gerekirmiş. Bu da, daha yavaş çalışmak anlamına geliyormuş. Ayrıca buğdayları kavrarken aralarındaki çakırdikenler insanların parmaklarına batar ve çok acıtırmış.
Hem parmaklara diken batmasını önlemek hem de parmakları biraz daha uzatıp daha işlevsel hale getirerek aynı anda daha fazla buğday biçebilmek için “Ellik” denilen ve çoğu zaman yetenekli insanlar tarafında elde çakı bıçak yardımıyla çitlembik gibi dayanıklı ağaçların dallarından yapılan aletler icat edilmiş. Bu ellikler sol elin son üç parmağına takılır ve kargaburnu biçimindeki uzun ve içe doğru kıvrık yapısı sayesinde aynı anda daha çok buğday sapını kavrayıp biçmeye yararmış.
Büyüklerin anlattıklarına göre, daha eski zamanlarda insanlar imece halinde bir komşunun tarlasında toplanır, bir ellerinde orakları diğer ellerinde ellikleri hep beraber şık kıdı şık kıdı buğday biçerlermiş. Hatta varlıklı tarla sahipleri tarlaya bir de davulcu getirirlermiş.
Tıpkı davul ritmiyle kürek çeken kürek mahkûmları gibi, davulcu salma başında tempolu müzikler çalarken, insanlar da ellik ve oraklarını kullanarak müzikle uyumlu zarif hareketlerle buğday biçerlermiş. Sol elleriyle buğday saplarını kavrarken hep bir ağızdan heceleyerek “El-lik” sağ elleriyle orağı vururken de “O-rak” diyerek tempo tutarlarmış. Tarlanın alt başında yan yana dizilmiş kırk elli kişi hep beraber ellik orak, ellik orak, ellik orak diyerek kollarının arası buğday saplarıyla doluncaya kadar biçerler, biçtikleri demetleri yere bırakarak aynı tempo ile biçmeye devam ederlermiş. Elinde ananot denilen üççatal bir alet ile daha arkadan gelen genç bir işçi de küçük buğday destelerini birleştirerek normal boyda desteler yaparmış.
Bazen de gençler “Var mısın benimle çift emeğe?” diyerek birbirlerine meydan okurlar, grubun arasından ayrılarak aynı hız ve tempo ile tarlanın ortasına doğru, sanki bir yol açıyorlarmış gibi biçer giderlermiş. İlk yorulan yarışı kaybedermiş. Bu arada sesi güzel olanlar davul eşliğinde türküler söylerken, kızlı erkekli gençler de birbirleriyle mâni atışması yaparlarmış.
Öğle saatlerine doğru palamut ağacının gölgesinden kuzu kavurması kokuları yükselmeye başlayınca, insanlar daha bir “İştahlı” çalışırlarmış. Öğle yemeğinin sonunda ise bölgemize özgü Höşmerim Tatlısı yenirmiş. Kısacası, o yıllarda insanlar iş ile eğlenceyi birleştirip bir hasat şenliği havasında buğdaylarını biçerlermiş.
Günleriniz hareketli, sofralarınız bereketli olsun. Sevgilerimle…
YORUMLAR