Yedi, sekiz yaşlarındaydım. Bayramlar kış aylarına denk geliyordu. Arife gün akşamdan babamı sıkı sıkı tembihledim. Sabahleyin bayram namazına giderken beni de uyandıracaktı. Ağabeyim birkaç yıldır babamla birlikte bayram namazlarına gidiyordu. Artık ben de büyümüş, kocaman adam olmuştum. Ailenin erkeklerine katılıp bayram namazına gidebilirdim.
Gecenin bir yarısı babam bizi uyandırdı. Elimizi yüzümüzü yıkayıp giyindikten sonra evden çıktık. Daha geceydi. Yürüdüğümüz patikayı bile zor seçebiliyorduk. Aslında yol bana yabancı değildi. Her gün bu patikalardan yürüyerek okula gidip geliyordum. Sadece gece olması işi zorlaştırıyordu. On dakika kadar yürüdükten sonra çay kenarına geldik. Kara lastik ayakkabılarımızı çıkarıp paçalarımızı dize kadar sıvadıktan sonra ağabeyimle el ele tutuşarak çaydan karşıya geçtik. Su buz gibiydi. Adeta ayaklarımızı hissetmiyorduk. Ceketimin cebinde babamın satın aldığı bayramlık çoraplarım vardı ama onları giymiyordum. Köye yaklaşınca Kuru Muğar çeşmesinde abdest alacak, çoraplarımı ondan sonra giyecektim. Camiye temiz çoraplarla girmek istiyordum.
Dağdaki evimiz ile köyümüz arasında uzunlamasına bir dağ silsilesi vardı. Yolun ilk yarısında dağa doğru tırmanılır, tepeyi aşınca da yokuş aşağı yürünürdü. Ortalık biraz aydınlanmaya başlamıştı. Koca değirmeni geçmiş patikalardan tepeye doğru tırmanıyorduk. Babamla Ağabeyim önden gidiyorlar ben de onlaya yetişmeye çalışıyordum. Ancak bu hiç kolay olmuyordu. Onların bacakları uzun benimkiler kısaydı. Nefes nefese kalmıştım. Okula giderken herhalde hızımı kendime göre ayarladığımdan bu kadar sıkıntı çekmiyorum. Ama bir taraftan da yetişmemiz gereken bir namaz vakti vardı. Acele etmeliydik.
Yaklaşık bir saat kadar yürüdükten sonra Kuru Muğar çeşmesine ulaştık. Adının Kuru Muğar olduğuna bakmayın, az da olsa yaz kış hep suyu akardı. Babam, abdest alma konusunda bize öncelik verdi. Biz çoraplarımızı ve ayakkabılarımız giyerken de kendisi abdestini aldı. Kuru Muğardan sonra köye on dakikalık yolumuz kalıyordu. Çoğunlukla taş döşeme olan yolun bu kesiminde pek çamur olmazdı. Bu arada Çoruk Kırının zirvesini aydınlatan güneş ışınları gittikçe tepelerden aşağı doğru iniyordu. Namaz vakti ha girdi ha girmek üzereydi. Köye girmeden önce babam ikimize de bayram harçlıklarımızı verdi. Namaz çıkışı aşağı caminin önündeki bakkal dükkânından lokum, bisküvi veya şekerleme alabilirdik. Ben ortası delik renkli akide şekerlerinden almayı düşünüyordum.
Aşağı cami avlusuna ulaştığımızda zaten küçük olan caminin alt katı dolmuştu. Diğer çocuklar gibi biz de ağabeyimle üst kata çıktık. Burası aslında kadınlar namaz kılma yeriydi. Bir ay boyunca köyün yaşlı teyzeleri burada teravih namazlarını kılmışlardı. Ahşap direkler arasına gerdirilmiş çelik bir tele asılan yeşil renkli saten perdeleri iki yana çekince caminin alt katındaki adamlar tepeden görünmeye başlamıştı. Köyümüzün imamı Hafız Nuri Dayı minber ile mihrap arasında bir yere, yüzü cemaate dönük bir şekilde diz çöküp oturmuş, önünde rahlesi olduğu halde vaaz vermeye başlamıştı. Gece hiç yatmadan, ertesi günkü bayramı beklemiş gibi zinde ve coşkulu bir konuşma yapıyordu. Muhtemelen bayramların faziletlerinden bahsediyordu. Billur gibi berrak bir ses tonu, akıcı bir konuşma üslubu vardı. Köy ağızı ile harmanladığı güzel Türkçesi ile konuşurken çok da sempatik görünüyordu.
Mevsim kıştı. Hava soğuktu. Ahşap caminin üst katı daha da soğuktu. Diz çöküp bir kilimin üzerine oturmuştum. Cami adabına uygun bir şekilde hiç kıpırdamadan vaazı dinliyordum. Bir süre sonra Hafız Nuri Dayı vaazını bitirip bayram namazını tarif etmeye başladı. Genellikle cuma ve bayram namazlarında müezzinlik yapan Kazım Dayının “Dokuz tekbir ile iki rekât bayram namazına, uyun hazır olan imama…” diye başlayan sesi duyulunca herkes ayağa kalktı. Ben de kalkmak istiyor ama kalkamıyordum. Diz çöküp oturmuş bir çocuk heykeli gibi adeta oturduğum yerde donup kalmıştım. Sanki belimden aşağısı tutmuyordu. Uzun uğraşlardan sonra sendeleyerek de olsa kalkıp ağabeyimi ve diğer yanımdaki gençleri izleyerek ilk bayram namazını kıldım. Dağdaki evimize döndükten sonra aşırı soğuk algınlığı ve yüksek ateş nedeniyle bayramı yatakta geçirince, büyüklere katılmak için kırk fırın daha ekmek yemem gerektiğini anladım.
Mutlu Bayramlar dilerim. Sevgilerimle...
YORUMLAR