Bildiğiniz gibi Kirman elde yün eğirmeye ve bükmeye yarayan ve ipliğin yumak halinde elde edilmesini sağlayan ağaçtan yapılmış bir tür iğdir. Bizim bölgemizde genellikle çobanlar tarafından elde yapılan kirmanlar, birbiri içerisine geçince artı işareti şeklini alan iki ahşap çıtanın ortasına, yukarıdan aşağıya geçen yuvarlak bir çubuk takılmasıyla imal edilirdi.
Ayşe ninem, koyunlardan kırpıldıktan sonra ılık suda yıkanıp taranmış yünlerden önce eliyle ve oklavayla yuvarlayarak başparmak kalınlığında, kalınca ve yumuşak bir ip yapardı. Daha sonra ilmekler halinde katlanmış bu ipi bilezik gibi koluna geçirir, kirmanı döndürerek maharetli elleriyle bu yünü eğirirken sanki yünün içerisinden ip çıkıyormuş gibi görünürdü. Kirmanın kolları arasına doladığı yün ip gittikçe tombullaşıp kolların arasındaki boşluklar tamamen dolunca, önce geriye doğru iterek kirmanın çubuğunu çıkarır, ince kolu hafifçe yere vurarak gevşettikten sonra, önce ince kolu sonra da kalın kolu yün topağının içerisinden çıkarırdı.
Daha sonra harman yerinde toprağın üzerine çaktığı birkaç kalın kazığı bir tezgâh gibi kullanarak eğirdiği bu iplerden üç dört parmak genişliğinde enlice kuşaklar dokurdu. Bu kuşaklar genellikle atın eyerine veya eşeğin semerine kolan olurken, bazen de kadınlar bebeklerini sırtlarına sarınmak için kullanırlardı. Yani Ayşe ninemin ördüğü kuşaklar hayatın yükünü çekenlerin omuzlarında olurdu.
Yetmişli yılların başlarında ise annem kendi kirmanıyla yün eğirmeye başlamıştı. Onun daha büyük ve önemli hedefleri vardı. Güz aylarında kırpılan koyunyünlerini bir güzel yıkayıp kuruttuktan ve taradıktan sonra, neredeyse bütün bir kış boyunca yün eğirirdi. Daha sonra bahar aylarında eğirdiği yün toplarını bir heybeye doldurarak al kısrağına biner ve Göcek köyünde kilim dokuyan tanıdıklarımıza götürürdü.
Göcek Köyünün kilim dokuyan Yörük kadınları önce yün çilelerini tekstil boyasıyla birlikte kazanların içerisine atarak değişik renklere boyarlar sonra da evlerinin çardaklarındaki kilim tezgâhlarında, Türk motifleri içeren güzel kilimler dokurlardı. Annem bu zanaatını beş yıl boyunca sürdürmüş, kendi koyunlarımızın yünlerinden her çocuğu için birer tane olmak üzere beş yılda beş adet çeyizlik kilim dokutmuştu.
Ayşe ninem ve annem bu işlerle uğraşırken elbette babam da boş durmamıştı. O da bahar aylarında kırpılan yapağıları bir çuvala doldurup ilçeye götürmüş, Orta Asya'dan gelen Türklerin göçebe hayatının bir mirası olarak yanlarında getirdikleri keçe ve Keçecilik geleneğini yaşatan Akhisarlı keçecilere, yöresel desenler içeren keçeler yaptırmıştı. Babam da tıpkı annem gibi her çocuğu için halı büyüklüğünde birer tane çeyizlik keçe hazırlamıştı. Yörük bir ailenin çocukları için hazırladıkları çeyizleri de elbette kilim ya da keçe olacaktı.
Yetmişli yılların ortalarına geldiğimizde ise Gördes Orman İşletmesi orman sahalarının etrafını dikenli tellerle kapatarak hayvan otlatılmasını yasaklayınca bizler de hayvan otlatacak başka meralarımız olmadığı için koyunlarımıza ve yünlerine veda etmek zorunda kalmıştık. Neyse ki beş çocuğun da çeyizlik kilimleri ve keçeleri tamamlanmıştı. Sevgilerimizle…
YORUMLAR