Necati KÜÇÜK

Necati KÜÇÜK

Az Efe
necatikucuk@hotmail.com

Koca Ali Dayının Çeşmesi

29 Ağustos 2024 - 16:49 - Güncelleme: 29 Ağustos 2024 - 16:49

Yaz aylarında öğleden önce koyunlarla kuzular ayrı ayrı otlaklarda güdülürdü. Öğle sıcağını yazlık ağılın gölgesinde geçiren koyunlar sağıldıktan sonra kuzularla karıştırılırdı. Koyunlarla kuzuların meleşerek birbirlerini buldukları bu karışma anına “emişme” denirdi. Akşamüzeri de kuzular anneleriyle beraber otlaklara giderlerdi. Ben kuzu çobanıydım. Benden üç yaş büyük ağabeyim de koyun çobanı. Bazı günler otlaklardan dönüp kuzuları ve koyunları kendi ağıllarına kapattıktan sonra yakın komşumuz Koca Ali dayının evine karadut yemeye giderdik.
Koca Ali dayının arazisi kızılçam ormanlarıyla kaplı bir tepenin eteklerindeydi. Koca Ali dayı ve ailesi tarlanın ormana yakın bir bölümünde, güneye bakan hanay bir evde otururlardı. Koca Ali dayı, adı üstünde etine dolgun, iri yapılı, büyük suratlı kocaman bir adamdı. Çoluk çocuğu büyümüş bazıları evlenmişti. O nedenle kendisi tarla, bağ bahçe işlerinde pek çalışmazdı. Al bir beygiri vardı. Binek eyerini beygirin sırtına vurur, özel yapılmış deri püsküllü halı heybesini eyerin üzerine atar ve üzerine de kendisi binerek yakın köylere gezmeye veya cuma namazlarına giderdi.
Koca Ali dayının evinin önünde, kurnasından gürü gürül çam kokulu serin sular akan bir taş çeşme vardı. Çeşmenin önündeki, hayvanların su içtikleri üç tane yalağı silme dolduran su, en sondaki yalaktan aşağı dökülerek patikanın altından geçer ve alt taraftaki beton sulama havuzunda toplanırdı. Beton havuzun iki yanında, heybetlerinden önceki asırlardan kaldıkları anlaşılan iki tane karadut ağacı vardı.
Karadut ağaçlarının koyu gölgesi, çeşme yalaklarında ve beton havuzda biriken suların verdiği serinlik, kurnadan akan suyun şırıltısı ile birleşince huzur dolu güzel bir atmosfer oluştururdu. İnsanın canı, gölgenin en koyu yerine kıvrılıp uyuyuvermek isterdi.
Koca Ali dayının evine varınca, hoş beşten sonra hemen karadut yemek için izin isterdik. Karısı Fatıma Abla “Çocuklar, bana görünmeden sakın gitmeyin ha!” diyerek bizi tembihlerdi. Bildiğiniz gibi aileden olmayan yaşlı kadınlara teyze, hala ya da nine diye hitap edilir. Ancak bazen öyle iyi kalpli sevecen kadınlar vardır ki kaç yaşında olurlarsa olsunlar onlara hep “Abla” diye hitap edilir. Çünkü onlar insana bir abla kadar yakındırlar. Koca Ali dayının eşi Fatıma Abla da öylesi bir kadındı. Babaannemizle yaşıt olmasına rağmen biz çocuklar bile kendisine Fatıma Abla diye seslenirdik.
Evi geçince hemen az ilerdeki karadut ağaçlarına tırmanır, üstümüzün başımızın mos mor boyanmasına aldırmadan karadut yemeye başlardık. Arada bir ağaçtan iner, çeşmeden elimizi yüzümüzü yıkayıp su içer tekrar karadutlara saldırırdık. Ağzımızdan burnumuzdan gelinceye kadar karadut yedikten sonra bir miktar da evde tütün dizen kardeşlerimiz için toplardık. Evin çardağından bizi izleyen Fatıma Abla, dut yemeyi bıraktığımızı görünce “Hadi bakalım çocuklar, yemek vakti, sofraya buyurun!” diyerek bizi eve çağırırdı. Midelerimizi karadut ve soğuk su ile doldurmuş olsak da, evinin önündeki küçük bahçesinde kendi yetiştirdiği yaz sebzelerinden hazırlanmış nefis yemeklerden yedirmeden asla bizi evimize göndermezdi.
Yetmişli yıllarda vefat eden Koca Ali dayı vasiyeti üzerine bu güzel çeşmenin başındaki çimenliğe defnedildi. Muhtemelen, ebedi istirahatini karadut ağaçlarının huzur dolu gölgesinde, çeşmenin şırıltısını dinleyerek geçirmek istiyordu. Fakat zamanla iklimlerin değişeceğini, çeşmelerin ve bahçelerin kuruyacağını, yeni nesillerin bu dağ başlarından şehirlere göçüp gideceklerini, evlerin yıkıntılarında yabani incir ağaçlarının biteceğini ve kuru bir taş çeşmenin başında yapayalnız bir mezar olarak kalacağını düşünmemişti.
Sevgilerimle.

Bu yazı 197 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum