Takvimler onu, on yaşını birkaç ay geçmiş diye gösteriyordu. Adı Yavuz’du. İki çocuklu bir ailenin küçük oğluydu. O yıl ilkokul dördüncü sınıfa devam ediyordu. Güneyde, turistik bir kasabada yaşıyorlardı. Kara kış olmasına rağmen hava güzeldi. Annesi, babası ve yılbaşı tatili dolayısıyla İstanbul’dan gelen teyzesiyle birlikte iskeleye doğru gezintiye çıkmışlardı.
Üzerinde bordo, mavi ve siyah renklerin hâkim olduğu şık bir kaban vardı. Sol omzunda asılı duran yan çantası, sağ koltuğunun altındaydı. Kendisine çok yakışan kumral saçları kulaklarının alt hizasına kadar uzamış, zülüfleri alnına dökülmüştü. O güzel bir çocuktu.
İskelenin girişinde çocukları bekleyen uçan balon satıcısı her zamanki yerindeydi. Kim bilir kaç kez ondan uçan balon satın almışlardı. Kırmızı beyaz ay yıldızlısı, Bordo mavi Trabzonsporlusu, kocaman kırmızı bir kalp şeklinde olanı, çizgi film karakterleri vesaire. Kim bilir kaç kez de uçan balon satın alacak paraları olmamıştı.
Başka zaman olsa, babası “Oğlum paramız yok, sonra alırız” diye mırın kırın ederdi. O gün “Hadi oğlum, istediğin balonu kendin seç” diyerek eline bir miktar para sıkıştırdı. Ama hayret, ne "Oleeey!" vardı ne de "Yaşasın!" Tam tersine Yavuz isteksiz görünüyordu. Önce elindeki paraya, ardından balon satıcısının elindeki uçuşan balonlara, en sonunda da babasına baktı. Babasının, elinde cep telefonuyla onun fotoğrafını çekmeye hazırlandığını görünce, parasını verip bir “Şakacı Şirin” balonu satın aldı. Sonra, sağ elinde tuttuğu balonuyla gülümseyerek babasına poz verdi.
Başının üzerinde uçuşan Şakacı Şirin balonuyla yürüyüş yolu boyunca yürüdüler. Etrafta, ortalarına aldıkları bebek arabasıyla yürüyüş yapan aileler, korsan temalı turistik gezi teknelerinin aralarında balık tutmaya çalışan oltacılar, eşofmanını veya taytını giymiş, kulaklığını takmış güya spor yapan gençler vardı.
Taze sıkma meyve suyu, kestane ve süt mısır satılan arabaların önünden geçip, otantik figürlü arabasında pamuk şeker yapan satıcının önünde durdular. “En büyük boy pamuk şeker lütfen!” dedi babası. O gün bonkörlüğü üstündeydi. Pamuk şeker yapan amca camekânın köşesinden bir Osmanlı fesi alıp Yavuz’un başına kondurduktan sonra pamuk şekeri yapmaya koyuldu. Demek ki çocuklu turist aileleri böyle oyalıyordu.
Elinde şakacı şirin balonu, başında bordo renkli Osmanlı fesi, diğer elinde kocaman bir pamuk şeker ile babasına bir kere daha poz verdikten sonra “Baba, izin verirsen uçan balonumu gökyüzüne bırakmak istiyorum” dedi. “Bundan sonra da bana uçan balon almayın. Ben artık büyüdüm." Teyzesinin ve annesinin de izinlerini aldıktan sonra şakacı şirinin ipini yavaşça elinden bıraktı. Şakacı şirin gülümseyerek yükseliyordu. Bir kaç dakika boyunca hep beraber şehrin semalarına doğru yükselen balonun peşinden sevgiyle baktılar.
Delikanlı, büyük boy pembe renkli pamuk şekerinden kopardığı kocaman bir parçayı, parmaklarının ucuyla büzüştürüp ağzına atarken uçan balonu çoktan unutmuştu. Annesiyle teyzesi de kendi aralarında sohbete dalmışlardı. Ama babası hala uçan balonun peşinden bakıyordu.
Bazılarının inandığı gibi, ölen insanların ruhları gökyüzüne yükselir mi bilinmez. Ama o gün Şakacı Şirin balonu ile birlikte evdeki son “Çocukluk” gökyüzüne doğru yükselip gitmişti. Her şeyin bir mevsimi vardı. Ve o kısacık mevsimler göz açıp kapayana kadar geçiveriyordu. Artık cebindeki son parasıyla çocuklarına balon alması gerekmeyecekti. Daha da önemlisi, cebinde parası olmadığı için balon satıcısının uzağından geçip gitmeye çalışmayacaktı. Ama geçmişte satın alamadığı balonları da asla unutmayacaktı.
“Çocuklar üzülmesin, babalar balon da alabilsinler.” Sevgilerimle...
YORUMLAR