Her şey, bir çırpıda olup biten bir sinema karesi gibi gerçekleşti: Darbeciler, indikleri helikopterden Özel Kuvvetler Komutanlığı binasının önüne doğru yürüdüler. Komutan olduğu anlaşılan kişiyi, etraflarında yarım dairelerle dönerek, pusu yürüyüşünde ilerleyen ve elleri savaş silahlarıyla donanmış komandolar koruyordu.
Kapıdan hızlı adımlarla bir asker çıktı. Nereye, kime doğru gideceğini biliyordu. Komutanı koruyan komandoların ve komutanın yanında karar merciinde olduğu anlaşılan diğer askerlerin gözleri önünde ve onların ne olduğunu anlamasına fırsat vermeyecek bir çeviklikte, elindeki tabancayı hem kendisi yürürken hem de darbeci general yürürken, onun şakağına doğru ateşleyiverdi. Darbeci general, saniyeler içinde yere düştü.
Etraftan gelecek tehlikelere karşı yarım daire yürüyüşleri yarıda kalan koruma komandolar, ne olup bittiğini anlamaya çalışırken Halisdemir, bahçenin ağaçlık alanına doğru koşmaya başladı. On-on beş metreyi tamamlayamadı ve on beş kurşunla yere yıkıldı. Halisdemir, yere düşmeden önce, darbeciler generallerini hemen içeriye doğru sürükleyip, bir an ne yapacaklarına karar veremediler ve geçen dakikalar içinde aynı bahçeye inen belki de aynı helikopter, Özel Kuvvetler'i teslim almak için gelen darbeci generali, Türk Devletinin en büyük askeri Hastanesi Gülhane'ye götürmek için havalandı. Teslim almaya gelmişlerdi, teslim edilmek için gittiklerini henüz bilmiyorlardı. Halisdemir'in yerde hareketsiz yatan bedeninin yanına gelen şok halindeki diğer darbeciler, onun hala nefes alıp verdiğini fark edince iki kurşun daha sıktılar.
Gerçekten, gözümüzün önünde bir film seyredercesine vuku bulan bu olayın, büyüteç altına alınacak en önemli yönü, Halisdemir'in komutanıyla telefonla konuştuktan sonraki kararlılığıdır. Kapıdan çıkarken Halisdemir, komutanının kararını yerine getirmeye ve Özel Kuvvetler'i teslim etmemeye and içmiştir. Bu; bir karardan da öte, bir davaya adanmışlık davranışıdır. Dava, Türk Devletinin, Türk Milletinin ve Türk Ordusunun yaşama ve yaşatılması davasıdır. Artık onun gözünde vurulmak-vurulmamak, yaşamak-yaşamamak eş değerde fiillerdir.
Şimdi, Halisdemir'in davranış biçimini biraz daha büyütelim:
O, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bekasının Türk Ordusuna bağlı olduğunu bilerek yetişmişti. Hasbi vatan evlatlarından biriydi ve bulunduğu yeri ne kendi, ne yakınları ne de başkaları için kullanabilecek menfaat şebekeleriyle bağı yoktu.
Türk Ordusunun ve pek çok devlet kurumunun içine örümcek ağı örenler, demek ki her yeri de örememişlerdi. Halisdemir'in kararı, duruşu, ölmeye gidişi; yüzyıllar boyunca, Türklerin coğrafyada alemenizam verme ülküsüyle; doğruluktan, kararlılıktan, adaletten vazgeçmeyişleri ve vatan toprağını her şeyden kutsal görme anlayışıyla tam tamına örtüşmektedir.
Demek ki içimize sarılan örümcek ağlarının ve o ağların örücüsünün en büyük problemi budur. Hala, Türklerin tarihte ve coğrafyada olma kararlılığı devam ediyor! Halisdemir, bunun büyüteç altında görünen en büyük delilidir.
Burada şunu da söylemek istiyorum: Bir aydan beri, bu örgüt nasıl her yere sızmış ve nüfuz etmiş diye durmadan soruyoruz ya, şimdi "Nasıl olup da Halisdemir gibileri avlayamadılar, onlara nüfuz edemediler?" sorusunu da sormamız gerektiğini düşünüyorum.
Ve hiç vakit geçirmeden, Halisdemir'leri büyütüp çoğaltmamız gerektiğini.
Halisdemir'in kararlılığının izleri sürülmeli; ailesinin değerleri göz önüne serilmeli ve komutanıyla olan rabıtası tahlil edilmelidir!
Çok şükür, vatanın satılmamış, gözünü budaktan esirgemeyen ve göz kırpmadan canını milletine adayan evlatları hala var!
Ruhun şad olsun Halisdemir! Demirkapı açılmadı!
YORUMLAR