Prof.Dr.Ayşe İLKER

Prof.Dr.Ayşe İLKER

ayseinceilker@gmail.com

Yeni Kuşakların Eğitimde Yerlilik ve Millilik Özelliğini Sürdürebilme İmkanı Üzerine Düşünceler

30 Ocak 2021 - 23:18

Eğitim, insanı temel alan ve toplumların geleceğini yönlendiren vasfısebebiyle bütün gelişmiş ülke ve devletlerin soyut ve somut olarak yatırım yaptığı en önemli meşguliyet sahalarından biri olma durumunu hala korumaktadır. 'Hala' zarfıyla ortaya konmaya çalışılan husus ise, önümüzdeki yıllar ve yakın gelecek zamanda, devlet aygıtlarının bu konuyu sorumluluk alanlarından çıkararak, bireyselliğe dönüştürüp dönüştürmeyeceğiyle ilgili bakış açılarıdır. Bilişim teknolojilerinin sağladığı verilerle her türlü bilgi paylaşımının saniyelerden daha kısa sürede elde edildiği sayısal cihaz ve aygıtlar; toplumsal örgütlenmenin, okullaşmanın, belirli hedef ve ülkülerle bir araya gelmenin yüz yüze gerçekleşmediği yeni bir uzam oluşturmuştur. Bu uzamda cam, ekran ve kayan yüzeyler asıl konumdur.
             Sayısal cihaz ve aygıtlarla bunların akıtmakta olduğu içerik, eş zamanlı olarak genelde insan, özelde ise öğrencinin eğilimini, isteğini, öğrenme durumunu ve gelecek tasavvurunu biçimlendirmektedir. Hal böyleyken, hangi koşullarda ve hangi zeminlerde millîlik ve yerlilik özellikleri ön plana çıkarılabilecektir? Yazının bundan sonraki paragraflarında bu sorunun cevabı aranmaya çalışılacak ve Türk Millî Eğitiminin üzerinde yükseldiği temelin nasıl atıldığı ve bugün gelinen noktadaki görüntünün nasıl yorumlanması gerektiği konusunda durulacaktır.
T.C Devletinin 'Millî Eğitim' politikalarının temelinde 'Tevhid-i Tedrîsat' kanunu olmuş ve Cumhuriyet coğrafyasının tamamında aynı ilkeler doğrultusunda eğitimin sürdürülmesi şiar edinilmiştir. Bu konuda Mustafa Turan şu bilgiyi vermektedir: 'Uzunca bir tarihî sürecin sonunda 3 Mart 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde eğitim ve öğretimde birliğin bizatihi devlet eliyle sağlanması kararlaştırılmıştır. Bu kanun, yeni devletin şekillenmesinde en önemli rolü oynayacak bir inkılâp olarak değerlendirilmelidir. Zira her şeyden önce yeni devletin bekası için millî bir yapının kurulması şarttı ve bunun için öğretimin de millî bir çizgide olması gerekliydi.' (2011). Atatürk, Tevhid-i Tedrisat kanunu kabul edildikten sonra 'Terbiye ve tedrisatını tevhit etmedikçe aynı fikirde, aynı zihniyette fertlerden mürekkep bir millet yapmağa imkân aramak abesle iştigal olmaz mıydı?' sorusuyla, aynı fikirde, aynı zihinsel yapıda fertlerden oluşan bir millet teşekkül ettirme çabasında olduğunu açıkça göstermiştir (Turan, 2011).        
Mustafa Kemal, ülkede yaygın bir cehalet olduğunu görmekte ve bu cehaletin giderilmesi için dönemin zor koşullarına rağmen oldukça akılcı önlemler almaktadır. 1928'de Latin alfabesinin kabul edilmesi bu önlemlerin başındadır. Çünkü zaten Arap harfleriyle de okuyamayan halk, daha çabuk öğrenilebilecek bir alfabeyle yüz yüze getirilmeli ve hiç vakit kaybetmeden okullaşma ve okuma yazma öğretimi hızlandırılmalıdır. 'Tevhid-i Tedrîsat' ile ortaklaştırılan eğitimin ise tek dille yapılması ve bu suretle Türkçenin millî kültürün eksiksiz ifade vasıtası haline getirilmesi çabasını da buna eklemek gerekmektedir. Hem 'Tevhid-i Tedrîsat' kanunun uygulanmaya koyulması hem de Latin alfabesinin kabulüyle ortak bir yazma biçiminin oluşması, Mustafa Kemal'i, dil-tarih-kültür konularında hummalı çalışmalar yapmaya sevk etmiş; alimler, mütefekkirler ve Darü'l-Fünun hocalarıyla müşterek konular ve toplantılar sonucunda, Cumhuriyetin geleceğini şekillendirecek kararlar almıştır. Onlardan biri de Dil Kurultaylarının toplanmaya başlamasıdır. 26 Eylül-6 Ekim tarihlerinde İstanbul'da Dolmabahçe Sarayında toplanan 1. Türk Dil Kurultayı, ana bir program hazırlamış ve yönetim kurulu 17 Ekim 1932 tarihli bildirisinde yapılacak işlerle ilgili ilkeleri ana program niteliğindeki şu maddelerde toplamıştır: 1. Türk dilini millî kültürümüzün eksiksiz ifade vasıtası hâline getirmek; Türkçeyi muasır (çağdaş) medeniyetin önümüze koyduğu bütün ihtiyaçları karşılayabilecek bir mükemmelliyete erdirmek', 2. Yazı dilinden Türkçeye yabancı kalmış unsurları atmak; halkçı bir idarenin istediği şekilde halk ile münevverler (aydınlar) arasında birbirinden mahiyetçe (nitelikçe) ayrı iki dil varlığını ortadan kaldırmak ve temel unsurları öz Türkçe olan millî bir dil yaratmak.' (Yılmaz, 2011:5,6) Görüldüğü gibi, çağdaş medeniyetin Türklerin önüne koyduğu ve koyacağı bütün ihtiyaçları karşılayabilmek için Türk Dilini mükemmel bir seviyeye getirmek ve halk ile aydın arasındaki ayrılığı ortadan kaldırarak Türkçe temelinde millî bir dil yaratmak Atatürk'ün, arkadaşlarının ve Cumhuriyetin kurucu kadrosunun şiarı olmuştur.
1923'ten 1980'li yıllara gelinceye kadar, tedrici teknolojik gelişmelere bağlı olarak ders planlarında, içeriklerde, öğrenme modellerinde ve çoklu ilişkilerde okul-aile-çocuk, aile-çocuk-toplum, çocuk-okul-arkadaş, öğrenci-ders-okul üçgenlerinde pek çok program uygulanmış ve zaman zaman bunların bir bölümü kısa ömürlü olup, uygulamaları sonlandırılmıştır. 1980'den sonra, dünyadaki eğitim modeli ve kuşakların değişmesiyle birlikte, nispeten teknolojik bilgiyi geç kullanan toplumlarda olduğu gibi ülkemizde de tedrici değişmeler başlamıştır. Ancak, pek çok hükümet değişikliği, eğitimde plan ve program tashihine rağmen Cumhuriyetin eğitimdeki temel hareket noktası olan Tevhid-i Tedrisat uygulaması devam etmiştir. Bu, eğitimde temel değerlerde birlik olduğunun göstergesi olarak da kabul edilebilir. Ancak, Cumhuriyeti kuran kurucu kuşak; sonrasında 2.Dünya Savaşına evrilen yeni kuşaklar arasındaki anlayış farkları ve dünyaya bakış, büyük ölçüde değişmiştir. Hele 1960'lı yıllardan itibaren büyük devletlerin başka ülkeler üzerindeki nüfuz ve baskısı, hemen her toplumda kuşaklar arasında önemli farkların meydana gelmesine zemin hazırlamıştır. Kuşaklar arası bu değişmeler, anlayış farkları ve hayata bakış tarzları, özellikle 1980'li yıllardan sonra hızlanmış ve 2000 yılından günümüze de bilginin genel ağ/internet saltanatı; sosyolojik, kültürel ve sanatsal açıdan hiç umulmayan, beklenmeyen yeni formlar/biçimler ve görüngülerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu gelişmelere koşut olarak sosyal bilimler disiplinleri, özellikle sosyolojik olarak kuşakları tanımlama ihtiyacı duymuş ve doğal olarak bu kuşak tanımları da Avrupa ve Amerika'ya göre yapılmıştır. Bu konuda farklı bilim alanlarında pek çok çalışma ortaya çıkmış ve kuşak tanımları verilmiştir (Taş–Kaçar :2019; Seymen:2017;Adıgüzel- Batur- Ekşili :2014; Çetin Aydın-Başol: 2014). Gerek sosyoloji gerek psikoloji ve pedagoji bilimleri olsun, kuşakları teknolojiyle ilişkilerindeki sıkılık ve gevşeklik özelliklerine bakarak da tanımlamışlardır. Çok kısa özetleyerek vermek gerekirse, X Kuşağı 1965-1979 veya 1965-1980 arasına; Y Kuşağı 1980-2000 arasına ve Z kuşağı da 2000 yılından günümüze kadar tarihlenmektedir.1965 öncesinden 1946'ya kadar sınırlanan zaman içinde doğanlar ise Batı kaynaklarında 'Bebek patlaması kuşağı' olarak adlandırılmış ve 2. Dünya savaşından sonraki doğum oranlarının yükselmesine atıf yapılmıştır. Sosyal Bilimciler, bu kuşakların özelliklerini de belirli ölçüde göstermişlerdir.
Buna göre X kuşağı, kendi zaman aralığındaki 1965-1979 yılları arasındaki olaylardan etkilenmiştir. Y kuşağının kendinden önceki kuşaklardan ayrılan yönü ise kadınların çalışma hayatındaki rolleridir (Taş– Kaçar:2019). Bu kuşağın özellikle Türkiye'deki değişimlerden büyük ölçüde etkilendiği de söylenebilir. Z kuşağı da tamamen sayısal aygıtların içine doğmuş ve teknoloji yatkınlığı kendinden önceki kuşaklardan daha fazla olan bir kuşaktır. Pek çok araştırmada bu kuşaklara mensup olanların genel özellikleri sıralanmıştır. Bunlar, burada tekrar edilmeyecektir. Bu kuşak tanımlamaları, Batı'dan geçmiştir ve Türkiye'de böyle adlandırmalara karşı olan eğitimciler ve kültür insanları vardır. Her ne kadar bizim koşullarımız diğerlerinden farklı dense de iletişim öyle hızlıdır ki Batı-Doğu-Kuzey-Güney coğrafyalarının yeni nesilleri/kuşakları birbirinden etkilenmekte, birbirlerine özenmekte ve karşılıklı yer değiştirmek istemekte; aynı zamanda da üretilmiş olan eğitim materyalinin tüketilmesi istenmektedir.
Türk toplumu ve Türk millî eğitiminde kuşakların taşıdığı özellikler neyi değiştirecek ve gelecek nasıl biçimlenecektir? Karşımızda duran asıl soru budur. Küresel bir evrende eğitimin millî ve yerli özelliklerini korumak nasıl mümkün olabilecektir? İster Y, ister Z kuşağı diyelim ya da biz Y kuşağından sonra başka bir kuşak tasarlayalım, U kuşağı olsun adı; bu kuşakların kendilerine intikal eden millî özellikleri nasıl koruyabilecekleri meçhuldür.
Halihazırda dünya üzerinde gözle görünen ve görünmeyen büyük bir mücadele devam etmektedir. Teknolojik olarak son derece gelişmiş olan ülkeler, bilginin pazarlamasını da istedikleri gibi yapmakta ve adları ne olursa olsun -X, Y, Z ve U-, genel ağ üzerinden kuşakları etkilemektedir. Beslenmeden giyime, eğitimden eğlenceye kadar, modern ve kapitalist hayatın bütün tüketim ögeleriyle her şey, çok yakındadır. Bu çerçeveden bakıldığında Mustafa Kemal Atatürk'ün 'Muasır Medeniyet' kavramı, temsilcilerinin fiilleri sebebiyle pek çok yönden darbe almıştır. Savaşlar, göçler, sürgünler, işgaller, biyolojik silahlanmalar çağdaş dünyada olagelen hallerdir. Bütün bu karmaşa içinde, fiziki sınırların zorlandığı, zihinsel sınırların yok edildiği bilgi çağında, bireyler daha bencil olmaya doğru itilmektedir. Bununla birlikte daha çok bilgi edinme ihtiyacı da uyarılmaktadır.
Özellikle Avrupa ülkeleri eğitim konusunda bir dayanışma içinde görülmekte ve Türkiye de bu dayanışmaya bir şekilde dahil olmaktadır. Üniversiteler arası öğrenci ve öğretim üyesi değişim programları, Millî Eğitimin okullarında Avrupa Birliği projelerinin uygulanabilirliği, karşı taraf yani teknoloji geliştiren devletler tarafından uygulamaya konulmaktadır. Bu noktada, Orta Asya ile geliştirilecek eğitim ilişkilerinin ne kadar önemli olduğu da ortaya çıkmaktadır. Ortaya konan bu çerçevede, kuşaklar kendilerine evrensel anlamda sunulan / dayatılan bilgi akışlarıyla mı yönlerini bulacak yoksa Devlet, kendi sınırlarında, kendi coğrafyasında, kendi anadilini konuşan kuşaklarının farklı yönlerden değişime uğramalarına seyirci mi kalacaktır?
Gerçekten cevabı çok zor verilecek sorular durmaktadır karşımızda. Yeni kuşaklar, kendi özellikleriyle birlikte toplumsal sorumluklarını da yerine getirebilirler; teknolojinin bürün imkanlarından yararlanırken yerel alandaki hak gasplarını da görebilirler. Ama bunun için, özellikle son kuşakların yaşanılan coğrafyaya ait bilgi ve bilinç yükünü tam doldurmak gerekmektedir. İşte bu noktada her şeye rağmen yerli ve millî kalınabilmesi mümkündür. Yalnızca yaşanılan coğrafyanın ve akıp giden tarihin kime ait olduğunu bilmek yeterli olacaktır. Tıpkı, bir bilgisayarın kullanıcısının daha ilk elde kaydedilişi; tıpkı bir akıllı telefona hemen açma-kapama şifresi konması ve genel ağ erişiminin tıpkı gerçek bir kullanıcıya tahsis edilmesi gibi. İçinde yaşanılan toplumun tarihsel şifrelerini, geçmişini; konuşulan dilin tarihsel metinlerini ve hem siyasi hem kültürel coğrafyayı Türkçe ile Batının son ucuna kadar taşıyanları bilmek ve bunları öğretmek bütün bu teknolojik yatkınlıklar vesilesiyle daha kolay hale gelebilecektir. Yapılacak olan, kuşaklara uygun yeni albenili programların oluşturulmasıdır. Hızdan/hazdan/sözden etkilenen kuşaklara, hızlı, zevkli, anlamlı bilgi yükü taşımak böylece mümkün olacaktır. Burada bilgisayar ve akıllı telefonlardaki oyun yazılımlarında millî ögelerin kullanılması çok isabetli olabilecektir. Tepegöz'ün bir oyun kahramanı olması, Nasrettin Hoca'nın mizahi bir çizgi oyunda kullanılması mümkündür. Böylece millî değerler ve kahramanlar evrenselleşecek, yeni kuşaklar bir yandan evrensel bilgiyle donanırken bir yandan milli değerleri unutmayacaktır. Mevlana değişim programlarında veya Erasmus programında, Yesevi'ye ait 'Gönlü kırık garip birinin yarasına merhem koy, yoldaşı ve yardımcısı ol' sözünün bir tiyatrocunun dilinden nakledildiği bir temsilde, bir yaraya merhem koymak, evrensel bir davranış olarak birleştirici olacak ve Y kuşağının doğal ve suni felaketleri bir sıkıntı ve kader olarak yaşadığı şu yakın zamanda, millî ve yerel olanın evrensel alanda nasıl değerli hale geldiği görülecektir.
Son olarak 'Kuşak' kelimesinin Türk Dil kurumunun Güncel Türkçe Sözlükteki tanımında 6. anlam olarak verilen 'isim, felsefe -Yaklaşık olarak aynı yıllarda doğmuş, aynı çağın şartlarını, dolayısıyla birbirine benzer sıkıntıları, kaderleri paylaşmış, benzer ödevlerle yükümlü olmuş kişilerin topluluğu' (https://sozluk.gov.tr/) cümlesi üzerinde durmak uygun olacaktır. Nasıl bir milleti/toplumu bir arada tutan unsurlar dil/tarih/kültür/din ise, kuşaklar da benzer kaderler ve yükümlülükler bakımından özdeşlik yaşamaktadır. O halde, kuşakların kendilerinden öncekileri anlamaları ve sonrakilere de kendi çağlarında elde ettikleri verileri bırakmaları mümkündür. Bireylerin, kendi hayatlarının bir seyri ve süresi olduğu kadar toplumların da bir hayat seyri ve süresi vardır. Öyle olabilir ki yeni kuşaklar, kendi hayat seyirleriyle birlikte toplumlarının hayat seyirlerini olumlu yönde değiştirebilirler.
KAYNAKLAR
ADIGÜZEL Orhan, BATUR H. Zeynep, EKŞİLİ (2014). Nisa, Kuşakların Değişen Yüzü Ve Y Kuşağı İle Ortaya Çıkan Yeni Çalışma Tarzı: Mobil Yakalılar, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:19
ÇETİN AYDIN, Gülşen- BAŞOL, Oğuz (2014). 'X ve Y Kuşağı: Çalışmanın Anlamında Bir Değişme Var Mı?' Electronic Journal of Vocational Colleges-December/Aralık
KORKMAZ, Zeynep (1992). Atatürk ve Türk Dili, Belgeler Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
SEYMEN, Ahmet Ferda (2017).   'Y ve Z Kuşak İnsanı Özelliklerinin Milli Eğitim Bakanlığı 2014-2019 Stratejik Programı ve TÜBİTAK Vizyon 2023 Öngörüleri ile İlişkilendirilmesi' , Kent Akademisi Kent Kültürü ve Yönetimi , Hakemli Elektronik Dergi , Cilt: 10 Sayı: 4
TAŞ, Hacı Yunus – KAÇAR (2019). Semih X, Y ve Z Kuşağı Çalışanlarının Yönetim Tarzları ve Bir İşletme Örneği, Uluslararası Toplum araştırmaları Dergisi, Cilt.11, Sayı:18
TURAN, Mustafa (2011).Osmanlı'dan Cumhuriyet'e 'Tevhid-i Tedrisat', Türk Yurdu Dergisi, Sayı: 288, Ankara.
YILMAZ, Yasemin -Yayına Hazırlayan- (2011). Atatürk'ün 'Dil Yazıları' I (Sözlük Çalışmaları) Genelkurmay Askerî Tarih Ve Stratejik Etüt (Atase) Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi , Ankara.
Genel Ağ Kaynakları
https://sozluk.gov.tr/ Erişim: 09.11.2020
https://www.mediaclick.com.tr/blog/z-kusagi-nedir Erişim: 10.03.2020

Bu yazı 12313 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum