Prof.Dr.Süleyman Sami İLKER

Prof.Dr.Süleyman Sami İLKER

ssamiilker@gmail.com

Aşk Şehri Konya ve Mevlana-1

31 Aralık 2024 - 15:54 - Güncelleme: 31 Aralık 2024 - 15:56

 “Bu aile emekli mi, vakitleri ve imkânları pek mi çok! Gezip duruyorlar dünyayı..” demeyin. Yıllık izinlerinin bile ancak üçte birini kullanabilen, emeklilik gününün gelip çattığı haftada bile (uzatmalardayım) yazıları, dersleri, hasta ve ameliyat randevuları olan insanlarız. Bundan da bir şikâyetimiz de yok. “Beşikten mezara kadar” ölçüsü. Hatta şimdi yine eskilerde kalan bir yazının başlığı aklıma geliveriyor. Yıllar önce genelağda tarama yaparken bir yazı ile karşılaşmış, başlığına da çarpılmıştım adeta. Sonra tekrar tekrar arasam da o makaleyi bulamadım bir daha. Şöyle idi başlık; “Kuranı Kerim’de Yer Almayan İki Kavram: Emeklilik ve Tatil” Emekli olsak da arada bir kısa tatil yapsak da işin uğraşın bitmemesi gereğine vurgu yapmaktaydı yazı. Neyse.
Aylar önce pilot oğlum, aralıkta iznim olacak, siz ve teyzemlerle Konya’ya gidelim. Hem de o dönemde Şeb-i Arus var. Biletler benden, dedi. Almış. Türkmenistan gezisinden (eşim için bilimsel toplantı idi) dönüp iki gece evimizde kaldıktan sonra tekrar, bu defa kara yoluyla istikamet Konya. Oğlum önce Manisa’ya geldi. Onun aracıyla yola çıkıyoruz. Gördes’ten teyzesi ve eşi Ali beyle Kula’da; Ankara’dan hızlı tren ile gelecek kızımla da Konya’daki otelde buluşacağız. Oteli eşimle benim ortak eski arkadaşımız Konya’da ikamet eden Feridun bey ayarladı, bildiği, beğendiği bir otelden.
GEZ DÜNYAYI GÖR KONYA’YI
Bu tekerleme halkımız tarafından yaygın şeklide bilinir. Konya İkonyum kelimesinin Türkçe ses düzenine göre uyarlanmış şeklidir. Bu satırları yazarken beynim de, dağarcığında kayıtlı (hafıza) söz, şiir ve görselleri ön belleğe, yüzeye çıkarıyor, dile aktarıyor. Arif Nihat Asya’nın Ağıt adlı şiirinin son kıtasını tekrarlayıp duruyor. Susturmak için yazıya döküyorum ve beynim “unutma /hatırla” kalıbından çıkıp ön bellekten kaldırıyor İkonyum’u. Ama Konya, Mevlâna gündemde kalacak hep.
Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum
İdil'le Tuna'yla Nil'le konuşurdum
“Sangaryos”u Sakarya yapan
“İkonyom”u Konya yapan
Dille konuşurdum.
(Ağıt, Arif Nihat Asya)
Türkler tarihten ve atalarından gelen öz güvenle vatan yaptıkları coğrafyalarda mevcut yerleşiklerin ve kavimlerin kullandıkları şehir isimlerinden hiç gocunmamış, dokunmamışlar. Sadece Türkçe aksana uygun telaffuz değişiklikleriyle yetinmişler. Ancak dağ, bayır, yayla, ova, nehir, geçit, boğaz gibi doğal yeryüzü yapılarına Türkçe adlar koymuşlar. Mesela, Türkistan coğrafyasındaki Seyhun ve Ceyhun nehir adlarını, Adana Çukurova’da bu nehirlere çok benzettikleri iki nehire Seyhan ve Ceyhan olarak vermişler.
OTEL VE İLK GECE
Kula’da buluştuğumuz iki yakınımız ile iki ayrı araçla yoldayız. Afyon molasından sonra, Konya ovası üzerinden otelimize ulaşıyoruz. Odaları küçük de olsa, merkezi yerde ve uluslararası ölçütlerde olan otelimiz bizim için yeterli konforu sağlıyordu. İki saat kadar sonra tek araba ile biletleri önceden alınmış Şeb-i Arus gecesine gideceğiz. Arabamızda ve telefonlarımızda yol kılavuzu, yolbul (navigasyon) var. Konya Gar diye yazdık ama kızımı orada bulamadık. Telefon ile haberleşiyoruz. Ben garın hemen önündeyim diyor ama nafile. Tabelada Selçuklu Hızlı Tren yazılı diyor ve biz ayılıyoruz. Hızlı tren için ayrı bir gar varmış. Tabii bizim gibi şehri tanımayanlar böyle öğreniyor bazı şeyleri. Tekrar Selçuk Hızlı Tren garı diye yazıp doğru noktaya ulaşıyoruz.
ŞEB-İ ARUS / VUSLAT GECESİ
Türkçeye tam çevirisi “Düğün Gecesi”, Farsçada şeb: gece, Arapça arus: düğün kelimelerinden oluşmuş bir terkip. Mevlevilikte Mevlânâ Celaleddin-i Rumî'nin öldüğü geceye verilen ad. Vuslat yani kavuşma gecesi. Sevdiğine (Rabbine) kavuşmayı bir kaygı, korku değil, düğün gecesine benzeten bir ilahî aşk, Allah aşkı.
Bu yıl 751.si kutlanan bu gece ve dolayısıyla Mevlâna hazretlerini anma ve mesajlarını anlama, eserleri hakkında meraklandırma amaçlı bu faaliyetler hemen her yıl on gün kadar sürüyor. Daha önceki bazı yıllarda Uluslararası Mistik Müzik Şenliği de vardı, biliyoruz. Bu yıl yoktu. Yurt dışı ve içinden on binlerce insan Konya’yı ziyaret ediyor. Konya yüzyıllardan beri Mevlâna ve Mevlevîliğin etkisiyle bir çekim merkezi olmuş ve olmaya devam ediyor. Başlama saatinden bir saat kadar önce Mevlâna müzesine yakın ve aynı cadde üzerindeki Mevlâna Kültür Merkezi önündeyiz. Avlu kalabalık.
Otobüslerle uzak şehirlerden gelenler de var, merkezden de. Her yer temiz, bakımlı ve görevliler gayretli. Bir belediye aracı hazır mutfak şeklinde, avludaki misafirlere sıcak salep ikram ediyor. Son yarım bardak salep, Ali beyin çabasıyla arabayı bırakmak için geriden gelen oğluma nasip oldu. Sonra araç kepengini kapattı, çünkü ikram bitmişti. Soğuk havada güzel bir lezzet, güzel bir jest.
8-10 dönümlük bir arazi üzerindeki bu merkezin ortasında yaklaşık 3 bin kişilik tribünlü dev bir yuvarlak salondayız. Davudî sesli bir sunucu programı takdim ediyor. Arkasından Lazkiye (Suriye) Mevlevîhanesinden bir görevli Mevlevî hoca Âl-i İmran suresinden kısa bir bölüm okuyor ve tepeye yakın büyük bir ekrandan anlamı veriliyor izleyenlere. Sonra tasavvuf üzerine çalışan akademisyen Mahmut Erol Kılıç’a söz veriliyor Mevlâna hakkında. Özetle:
MEVLANA MESNEVİDE NE DİYOR?
Sema kelimesinin gökyüzü anlamının dışında, işitmek anlamı da vardır. Mevlevîlikte ise, dervişlerin ney, rebap, kudüm gibi çalgıların ritmiyle kollarını açıp dönerek yaptıkları bir ayindir. Sağ el yukarı bakar, sol el aşağıya. Hak'tan alıp halka verme/saçma işareti. Dönerlerken Hakk’ı zikrederler “Allah Allah” diyerek sessizce. Sema bir çeşit ibadetin süslemesidir, süsüdür. Sema edilir, sema gösteri değildir. Bu nedenle ayinin sonunda alkış olmamalıdır; dese de bir kısım insanlarımız memnuniyetten kendilerini alamayıp alkışlıyorlar. Atomdan, hacca, evrene her şey döner, bir ahenk ve kurallar içerisinde. 26 bin beyitlik bir Mesnevî ve toplam beş kitap bırakmış geriye. Coşkun bir Hak aşkı ile o söylemiş, Hüsamettin Çelebî tarafından kayda geçirilmiş.
Meyveli ağaç taşlanır denir. O gün de bu gün de onu anlamayıp ileri geri hakkında konuşanların sözleri de bir bilgiye dayanılarak söylenmiş sözler değildir doğal olarak. "Aslını bilmediğiniz sözün arkasına takılmayın, konuşmayın, yaymayın. Mesul olursunuz" mealindeki inanç ve ahlâk ölçülerimizin umursanmaması, unutulması bizi sorumluluktan muaf tutmaz. Hakkında kesin bilgi, güvenilir şahit olmayan bir konu veya kişi hakkında konuşmak iftiradır. Hafif şekli ise dedikodu, gıybettir. Bunları konuşmak ise insanı Hak nezdinde sorumlu hale getirir.
Bu iftiraları konuşana, Mesnevî veya diğer eserlerden kaç beyit okudunuz, aklınızda iyiliğe dair ne kaldı diye somak geliyor insanın aklına, gönlüne. Peygamberlerin bile onca güçlü hakikat öğreticisi oldukları halde, ne kadar tepkilere, kötülemelere ve hatta düşmanlıklara maruz kaldıkları da bilinen haller.
“Ben Kur’an’ın bendesiyim. Ağzımdan başka bir şey çıkarsa onu silin, yok edin!” diyor Hz Mevlana.
NEY, MEVLEVİLİKTE SİMGELER, MANALAR
Ney, sazlıklarda yetişen kamıştan yapılan, her şeyi sembollerle izah edilen mistik üflemeli, kavala benzeyen bir müzik aygıtıdır. Ney içi dolu bir kamışken, önce içindekiler boşaltılır. Yani bu kötülüklerden arınmayı temsil eder. Kamış sonra hafif ısıtılarak pişirilir ve üzerinde yedi delik açılır. Nefsin yedi halidir bu. Tasavvuf insana nereden gelip nereye gittiğini öğretir. Dervişler semaya başlarken nefsi ve kara toprağı remz eden sırtlarındaki siyah pelerinleri atarlar, arınma gibi. Tennure denen (nurlu ten) bembeyaz giysi kefeni, ahireti; başlarındaki külah ile mezar taşını ifade eder. Bu özel giysileriyle pervaneler gibi dönmeye başlarlar. Ölüm korkusu için; “Ölmeden önce ölmüşün nesini alacaksın sen” diye hitap eder Azrail’e. Devam ediyor konuşmacı Hz. Mevlana’dan sözleriyle;
Can konağını aramadaysa cansın,
Bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin,
Şu nükteyi biliyorsan işi biliyorsun demektir;
Neyi arıyorsan osun sen.
(Hz. Mevlâna)

Bu yazı 49 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum