Hayata yaşıtlarına göre ben diyeyim eksi üç, siz deyin eksi beş ile başlayan bir âdemoğlu.
İnsanın hangi coğrafyada, hangi zamanda ve hangi ailenin kucağına doğacağı mutlak bir kaderdir. Sağlıklı olup olmaması da bir yere kadar öyle, birçoğu da farklı. Bazen dam gibi evde, bazen çadırda; bazen Borlu’da, çoğu zaman da Gördes’te geçen bir hayat. İnsanların fark etmediği, fark etseler de görmezden geldikleri, fark edenlerin de boyunu aşan zorluk ve mahrumiyetler.
Erken gençlik dönemlerinden beri, daha çok bayramlarda çarşıda ayakkabı boyarken karşılaştığım, selamlaştığımız, güleç yüzlü bir genç adam. Sonraki yıllarda aile reisinin perişan ettiği bir aile ve derin yoksulluk. Öyle böyle değil. Baba çocuklarını okula göndermiyor. Bir kez çevrenin şikâyeti üzerine birkaç haftalığına dönem sonuna doğru okula gidiş. Sonrası yok. Kimse bir daha “neden çocukların okulda değil” de dememiş. Eğitimsiz, mesleksiz, insanların suizanla biraz mesafeli durduğu bir çevreden çıkan bu insanın yapacağı iş ne olabilir ki. Doğuştan bir göz hastalığı da cabası. Mecburen “hurdacılık/hurdaya çıkmak” dedikleri, geri dönüşüm atıkları toplama, satma vs. “28 yıldır pazara hiç çıkmadık (kardeşi ile birlikte yaşıyordu), kahvede çay içmedik” diyen bu insanın karnını doyurması bile çok zor iken, kılık kıyafet alabilmesi mümkün müdür? Olamadığı için de ayakkabı, kılık kıyafet atıktan alınır, yıkanır ve giyilir.
Bazen bulduğu kitap ve bayrak gibi önemli bildiği nesneleri evine getirir, başkalarından öğrendiği okuma yazma ile okurdu. Çöpe atılan gıda ve kitaplar için çok üzülürdü. Memleket meselelerini televizyonda ve sokakta gördükleri üzerinden değerlendirir, fikir beyan ederdi. Onca yoksulluğa rağmen, sadece insanların kendilerine karşı “tepeden bakış, başa kakma ve adaletsizliklerinden” yakınırdı. Hiç isyan sözü duymadım ağzından. Yaratan’a karşı hep bağlı, saygılı idi. Sitem bile etmezdi.
Onunla ilgili olarak yazdığım Hurdaya Çıkmak** yazım (8 Mayıs 2020) ülke çapında yayılınca, yakın zamanda 42bin okuma sınırını aştığını gördüm, ben de şaşırdım doğrusu. Bu kadar okunabiliyorsa, bu memlekette hala merhamet var, demektir. Sadece ihtiyaç sahiplerinden haberdar olmak, müşterek çabalardan geri kalmak ve zamanla da unutmak sorunumuz var.
İşte unutturmama, tanıtma ve sevdirme gibi hasletlerin gelişebilmesi, yayılması, müşterek çabalara dönüşebilmesi; zaaflarımızın örselenmesi, azaltılması ve faydalı geçecek bir ömür için, Barış Manço rahmetlinin örneklediği gibi, güzellikleri güzel paketler halinde ve tabii ki sanatla tekrar tekrar dinlenir, okunur, seyredilir hale getirmek gerek. Siz bunlara musiki, resim, tiyatro, sinema, şiir, roman, hikâye, mimari, heykel ve benzeri sanatları da ekleyin. Pek çok güzel düz söz uçup gittiği halde, Yunus’un, Mevlana’nın, Yahya Kemal’in şiirleri gibi sanatlaşması halinde, sözün özü, şiir diliyle yüzyıllar boyu akılda kalıyor, sözlü veya yazılı olarak nesilden nesile aktarılıyor. Sonuç; bir milletin iç dünyasının mamur/medeni hale gelmesi. İçi güzel olanın dışı da güzel olur.
Sağlık sorunlarıyla ilgilenir, zaman zaman da “dam” olarak vasıflandırabileceğimiz evlerine gider, halleşirdik. Çok vakur, akıllı, haysiyetli bir insandı Güngör. Onca fakirliğine rağmen, kendisini rencide eden bir yardımdan (?) ve duyduğu sözlerden sonra kimseden gelen bir maddi desteği/yardımı kabul etmedi. 2020 yazında kardeşi Kamil ile bahçelerinde otururken Güngör hurdadan döndü, ter ve kir içinde. Beni görünce çok memnun oldu. Kısa hoş beşten sonra yolda karşılaştığı bir hadiseyi anlattı kısaca.
Yakın zamanda ölen, Gördes’in bereketi, ibreti, safı “Lebber” olarak bilinen Rehber Arslan’ı hurda toplamaktan dönerken bir ağacın dibinde oturur halde görmüş Güngör. Nasılsın Lebber deyince, “sigaram yok” cevabını almış. Sonra, aç mısın diye sorunca da, üç gündür aç olduğu cevabını almış. Hemen, burada bekle dedim. Gittim üç ekmek ile sigara alıverdim, diye anlattı. Bunu işitince iki söz aklıma gelmişti hemen. İlki; “bakla börülceyi taşıyor” sözüdür. Büyük çocuğun, küçük çocuğa bakması; ağabeylik, ablalık yapması anlamında. Diğeri ise; alt başlık olarak kullandığım, Barış Manço’nun Kul Ahmet şarkısı ve sözleri. Bu yardımı, beldenin en fakiri, en yoksul kişisi yapıyor, saf ve aç Lebber’e.
Sonunda herkes anladı ya nasip, ya kısmeti
İbreti alem oldu Ahmet Bey'in ceketi
Meğerse tüm keramet ceketteymiş be Ahmet
Barış'a sorar isen sen bu yolda devam et
O gün yine bilgece sözler sarf etmişti, kısa sohbetimizde. Not almıştım hemen sonra. “Burası ülkenin aynası. Gece uyumuyor, gündüz uyuyor insanlar. Yardıma alıştılar, çalışmıyorlar. Kötü insan yok. Öfkeli ve hatalı olabilir insan. Ama işin esası vicdan ve merhamet.”
Barış Manço’yu çok andım bu yazıda. Rahmetliyi çok severim ve hep hayırla, rahmetle anarım. Onun “İnsanın hata yapmaya hakkı vardır” sözü ile Güngör’ün insana, dünyaya bakışı ne kadar da çok benziyor. Birisi zirvede, diğeri dipte iken vefat ettiler, dünyevi anlamda. Ama öz aynı.
Bir yılı aşkın süredir hastaydı Güngör. Devletin imkanları***, bizlerin de ilgisi ile yapılabilecek her şey yapıldı. Ziyaretlerim dışında, telefonla da konuşurduk. Çok ağrıları vardı son zamanlarda. Son konuşmamızda, durumun nasıl deyince, “Selvilerin altında rahatlayacağız inşallah” diye cevapladı. 17 Eylül 2021 Cuma günü, sela ile ezan arası vakitte, emaneti sahibine iade etti. Nur içinde yatsın.
* Rahmetli Barış Manço’nun “Kul Ahmet’in Ceketi” şarkısından mülhem.
** https://www.gazetegordes.com/yazarlar/prof-dr-suleyman-sami-ilker/hurdaya-cikmak/1462/
ve https://emagaza-tdk.ayk.gov.tr/detay/1704/turk-dili-mayis-2020-2020
***Onkoloji hocamız Atike Pınar Erdoğan hanım ve mesai arkadaşlarına da gönülden teşekkürler.
YORUMLAR