Bir aile dostumuz, yirmili yaşlardaki genç evlatlarının bir mürüvvetini paylaşmış. "Mutluluğumuzu paylaşmak istedim abicim" diye de tek satırlık bir not eşliğinde. Bir dakikalık bir video görüntü ile de pekiştirmek istemiş tabloyu.
Mürüvvet dedim ama birçok insan bu kelimeyi ya hiç duymamıştır, duyanların bir kısmı da kadın ismi olarak ona aşinadırlar. Meselâ; halamın adı, Mürüvvet'tir. Gördes'in bir zamanlar en namlı, herkesin özellikle memur eşlerinin elbise diktirmek için aylar sonrasına randevu aldıkları bir kadın terzisi. Şimdi doksanlı yaşlarda. Maşallah diyeyim, bazı sağlık sorunlarına rağmen aklı başında.
Bir kısım insanımız da, onu nadir kullanılan şekliyle yani, evlilik, düğün, sünnet, daha az olarak da askere gidiş gibi hayatımızda evlâtlarımızda görmek istediğimiz bir murat gününü ifade ederek kullanır. Hayır dua ettiği bir sevdiğine "çocuklarının mürüvvetlerini de gör inşallah" veya "torunlarının mürüvvetlerini de gördü, uzun yaşadı" deriz. Kimisi için de, "evlâtlarının hiçbirinin mürüvvetlerini görmek nasip olmadı, çok erken öldü" deriz.
Türk Dil Kurumunun sözlüğüne baktım hemen telefonumdaki uygulama üzerinden. Orada; bir ailede çocukların doğumu, sünneti, evliliği, iyi bir göreve geçmeleri vb. olaylardan duyulan mutluluk, sevinç, olarak yer alıyor. Daha az bilinen anlamları da varmış ama pek kullanılmıyor.
Gelen mesajı görür görmez, özel bir şey olduğunu anladığımdan, hemen tıkladım ve izledim. Bir dakikalık telefon kamerası ile çekilmiş bir görüntü. Altına da hemen; "Maşallah, maşallah. Zengin kime denir, diye sormak gerek insanlara. Mutlu kimdir? Mutluluk nedir? Ne kadar az düşünüyoruz.... Sevgi ve selâmlar." diye yazdım.
Daha dün akşam, misafir olan küçük oğlum; "işin dini tarafını bir tarafa bırakarak düşünürsek, dünya adil mi, herkes aynı iyi şartlarda mı" diye sordu. Kısa süre düşündüm doğal olarak. Evet demek mümkün değil. Şarkı ve türkülerde "adaletin bu mu dünya" türünden sözler, ya da adaletsizlik üzerine konuşmalar, itirazlar; hatta bazen sloganlar hep dinlenen, duyulan, okunan ifadeler.
Aslında yetişkin çocuklarımız için, evlât veya oğlum-kızım demek gerek. Alışkanlık dolayısıyla anne baba elli yaşında bile olsa, çocuklarım diyor evlâtlarına. Halbuki çocukluk devri eskilerde kalmış. Barış Manço, "Bak evlâdım buna ayı denir" diyor. Neyse.
Evet, insanların her biri farklı şartlara, ortamlara, zamanlara doğuyorlar. Dolayısıyla eşitlik zaten asla mümkün değil. Bundan atmış yıl, kırk veya yirmi yıl önce ile bugün doğanların doğdukları dünya hep farklı. Dünkü sen veya ben, bugünkü sen veya ben değiliz. Bulunduğumuz cadde, yol, şehir bile farklı. Esnaf değişmiş, tabelalar değişmiş, okul kadroları değişmiş. Dahası aynaya bakalım; dünkü "sen" veya "ben"e benzeyen, göz renklerimiz ve biraz da sesimiz dışında orijinal bir yanımız kalmamış. Yani değişim değişmez bir kanun. Ancak ruh veya gönül onlu, yirmili yaşlardayım dese de, biyoloji, kalıp öyle demiyor.
Ama adalet başka tabii ki. Tartışmasız bir ihtiyaç. Başta devlet olma üzere, bütün cemiyet yapılarının varlık sebebi. Yokluğunda anarşi, kaos kaçınılmaz.
Tekrar konumuza dönelim: Baba, bugünün tarihini veriyor çekime başlarken. Bir fizik tedavi kliniğinde fizyoterapistin uzun çabalarla uygulattığı kas, eklem, sinir yapılarını geliştirme idmanlarının, "sadece yardımsız yürüyebilmeyi sağlamak" için verdiği emeğin sonucu, bu kayıt altına alınan. Dört ayaklı yürüteç ile atılan üç adımın görüntüsü. Babanın cesaret verici sevgi, merhamet, fedakârlık dolu sesi arka planda duyuluyor. "Haydi oğlum, başaracaksın. Karşıya bak, devam et, çok güzel" gibi teşvik edici sözler. Üç adımdan sonra fizyoterapistin, "burada keselim, nazar değecek" müdahalesi ile görüntü bitiyor.
Pek çok sağlıklı insan bunlardan habersiz. Haberi olanlar birkaç "yazık" sözünden sonra, konunun etkisinden hemen çıkıyor, çıkmak da istiyor zaten. Bir kısmı böyle tabloları bilmek de, duymak da istemiyor. Sahip olduğu binlerce artının, nimetin farkında değil. Farkına varmak için düşünmek, okumak lâzım. Düşünmemek bir konfor. Düşünmek bir yük, bir çile. Ama insani bir çile. Hep; insanlık, insan olmak, eğitim, terbiye, tecrübe, paylaşmak, adalet diyoruz ya. Bütün bunlar emek, zaman, çile; bazen gurbet, mahrumiyet demek.
Bütün bu sözlerin sonunda bu fedakârlığa katlanan değerli anne, değerli baba ve diğer aile fertlerinin emekleri, sabırları nasıl ifade edilmeli. Elleri öpülesi demek; yetmez. Kelimeler kifayetsiz kalıyor. Merhamet ve sevgi, bu tahammülün, sabrın cevherleri ve enerji kaynakları. Onların da kaynağı, bize bu özü "Veren"den. Bu ve benzeri çileli anne ve babalar, sabır, sevgi ve çileleriyle Cenneti hak eder konumdalar, diye düşünüyorum.
İki farklı zaman ve mekanda, üçüncü veya dördüncü çocukları benzeri sorunlarla doğan tanıdık ailelerin, hiçbir itiraz, isyan duygusu taşımadan, "bunlar bize bir ödül" deyişlerini bugün bile hatırlıyorum. Hayret ve takdir duygularım iç içe. Kahramanlığın sadece savaşlarda olmadığının örnekleri olarak değerlendiriyorum bu hali. Evlâtları için, gelecekte ne olurlar kaygısını taşısalar bile, "vardır bir bildiği" diyerek sığındıkları yer, işin sırrı ve hikmetin kaynağı.
Meslek olarak bu ve benzeri hasta, çocuk ve insanlarla hep karşılaşıyoruz. Ameliyat veya girişim gerekenler için biz hekimlerin döktükleri ter -bence- şehadet şerbeti içen kahramanın kanı ayarında. Cerrah olmadıkları halde akıl teri döken birçok hekimlik alanı ve hekim de var bu nitelikte. Hepsi de yaşatmak için kendinden hayati bir şeyleri feda ediyorlar. Karşılığı ise; bir gülücük, tebessüm ve bir güzel kelime ile dua ve rıza çoğu zaman.
Böyle fedakâr anne, baba ve aileleri sevgi ve saygı ile selâmlıyorum. Teknik ve mali imkânlar sunan çok iyi bir devlet yapımızın ebediyeti için de dualar ediyorum. Fiili dua anlamında ise, bilgi ve tecrübelerimi genç tıbbiyelilere, asistanlarıma aktarmaya çalıştım, çalışıyorum. Ama yolun sonu da görünüyor.
Tecrübesi az genç bireylerimizin, yapay mutsuzluk ve bazen isyanlarına ilâç olabilecek; edebiyatın, sanatın içine yedirilmiş birikimlerin, tecrübelerin kitaplar yoluyla ulaşması gayretimi ömrüm, imkanlarım ölçüsünde sürdüreceğim.
Maşallahlar ile başlayan yazımı, bir çeşit kendi kendime taahhüt ettiğim, söz verdiğim şekliyle; inşallah ile bağlayayım.
YORUMLAR