Halil Cibran, “Gezgin” isimli eserinde, “Giysiler” adlı bir hikâye anlatır:
Bir gün güzellik ile çirkinlik deniz kıyısında karşılaştılar.
Haydi denize girelim, dediler.
Ve giysilerini çıkarıp yüzdükten sonra çirkinlik güzelliğin giysilerini giyip yoluna gitti.
Güzellik de giysilerini bulamayınca çaresiz çirkinliğin giysilerini giyip yoluna devam etti.
O gün bugündür erkekler ve kadınlar onları birbirine karıştırıyor.
Ancak onların yüzünü önceden görmüş olanlar, o gün bugündür giysilerine bakmaksızın onları tanırlar…
Zihnimde güzellik algısı oluşturduğunu düşündüğüm şey güzeldir benim için…
Ama başkası için olmayabilir ve bu algı kişiden kişiye değişir...
Güzellik algısı kesinlik değil görecelik içerir.
Çünkü herkesin algısı farklı…
Düzenlenen dünya güzellik yarışmasında acaba bütün insanlar incelenmiş midir?
Düşündünüz mü hiç?
İncelenmemişse dünya güzeli budur, demek saçma olmaz mı?
Dikkat edilirse yarışmanın sponsorları genellikle güzellik malzemesi ve moda firmaları…
Bu yarışmalarda satacakları ürünlerin reklamını yaparlar.
Bütün bunlar, onlar için para kazanma aracı…
Kimin güzel olup olmadığı çok da önemli değil onlar için…
Güzellik, kendi kendine hem değişebilir ve hem de dönüşebilir.
Cansız vitrin mankeninin güzelliğinden eksilme olmaz ve değişip dönüşmez.
Ama canlı bir mankenin güzelliği zamanla değişir, dönüşür ve onu kaybeder.
Sonbaharda yaprakların sararıp kuruması gibi…
Güzel olana güzel bakmak, bir anlam arayışı…
O anlamı bulup çıkarmak güzel bakana mahsus…
Bu arayış sadece insan için değil, herhangi bir varlık için de söz konusu…
Bunun farkına ancak ruh dünyası güzel duygularla beslenen yüce ruhlular varır…
Sıradan bilinçler, uzaktır bu ruhtan…
Bilge ve irfan sahibi olanlar hariç…
Nitekim hissetmek ve sezinlemek bedenin değil, ruhun doyumuyla mümkün…
Ruh doyunca, hayata can verir, mutluluk peşinde olur, sadece bedensel güzelliği değil ruhsal güzelliği de önemser.
Kısaca hayata anlam katacak arayışın bir yolcusudur o…
YORUMLAR