Aristoteles, insan “zoon politikon” yani toplumsal ve siyasal bir canlıdır, topluluk halinde yaşar, der.
Onun barınma, bürünme ve beslenme ihtiyacının karşılanması gerekir.
Bu yüzden insan tek başına istese de olamaz ama tek başına kalabilir.
Ve insan, toplumsal düşünce sıradanlık düzeyinden yükseldikçe yalnızlığı artar.
Onun bu yalnızlığı düşünmeye mahsustur ama düşünme, yalnızlığa mahsus değildir. Yani her yalnız kalan kişi düşünür ya da düşünme yalnızken gerçekleşir gibi bir söylem doğru olmaz.
Yalnızlık insana mahsus değilse niçin Allah’a mahsustur?
Allah’ın yarattığı şeyler olduğu için “O, tek başınadır” diyemeyiz. Çünkü aynı hiyerarşide olmasa bile Onunla birlikte bir evren vardır. Ve bu yüzden Allah, tek başına olamaz ama yalnız olabilir.
Buradaki “yalnız” kelimesi yalından gelir. Yalın, basit olup birleşik, parçası olmayan şey demektir.
İnsan, madde ve suret karışımından oluşmuş, yalın olmayan bir varlık iken Allah, yalın olandır.
Ruh ve akıl da tıpkı Allah gibi yalın olup birleşik olmadığı için yalnızlık onlar için de geçerlidir.
Ruh ve akıl aynı şey olmasına rağmen, Platon ve Aristoteles için değişir.
Platon’a göre akıl denilen şey ruhun akıllı yönüdür. Ona göre ruh, düşünme yetisi (akıl), arzu ve öfke olmak üzere üç yetiden oluşur.
Bunlardan ilki, ruhun öğrenmeye ve bilgeliğe düşkün akıl yürüten düşünme yetisi. İkincisi akıldan yoksun, doygunluklar ile hazların eşlik ettiği, yeme, içme ve cinsellik gibi iştahlarla ilgili arzu yetisi. Üçüncüsü ise öfke yetisidir.
İlki aklın, ikincisi duygu ve içgüdülerin egemenlik alanına, üçüncüsü olan öfke ise ruhun öğrenmeye ve bilgeliğe düşkün akıl yürütmenin alanına girer ve düşünme yetisinin en büyük destekçisidir. Bu öfke, basit ya da bastırılması gereken bir öfke değil, insanın haksızlığa, açlığa, susuzluğa, kısacası her türlü eziyete direnen savaşçı yönüdür.
Platon’a göre ruhun düşünme yetisi ölümsüzdür. Diğer iki yeti ise bedenin ölümüyle yok olacaktır. Aristoteles için ise ruhun kendisi değil, ruhun akılsal yanı ölümsüzüdür.
O, Nikomakhos’a Etik eserinde şunları söyler:
“Eğer akıl, insanla karşılaştırıldığında tanrısal bir şey ise, akla uygun yaşam da insan yaşamına nazaran daha tanrısal bir şeydir... Akla uygun yaşayarak kendimizi yapabildiğimiz kadar ölümsüz kılmalıyız… Akla uygun hayat en iyi ve en haz verici olandır çünkü akıl insandaki diğer her şeyden daha fazla bir şeydir. Böyle bir hayat, en mutlu hayattır.” (Nikomakhos’a Etik: 1177b30-1178a10).
Peki, yalnızlık ruha ve akla mahsus olduğu halde niçin bedene ait değildir?
Nasıl ki akıl, duyumdan, zihnin tasarımından kurtulup, saflaşmak ve Allah gibi olmak istiyorsa, ruh da tıpkı akıl gibi bedenden kurtulup, Allah’a varmak ve Onunla bir olmak ister.
Ruhun yalnızlığı bedeni bırakma gereksiniminden kaynaklanır. Çünkü ruh bedendeyken zindandadır ve oradan kaçmaya çalışır.
Platon’un deyimiyle ötelere, öte dünyaya…
Orası göğün bittiği idealar dünyasıdır. Ona göre Allah göğün ötesindedir. O, göğün bize bakmayan tarafında ve sürekli ideaları temaşa eder.
Ruh ötelere özlem duyduğu an, bedeni etki altına alır.
Batan güneşi seyrederken, cam kenarında yağmuru izlerken, bir sanat eseri ortaya koyarken ya da manevi dünyayı düşünürken bu özlemini gerçekleştirir.
O özlem anında, her şey ona yabancı gelir.
Ve kendisini, dar ve karanlık bir kafesin içine tıkılmış, dışarı çıkabileceği bir delik açabilmek için delicesine kafesin parmaklıklarını tırmalayan yaralı bir kuş gibi görür.
Dünya artık onun için bir ıstırap yeri ve gariplik yurdudur. O artık meçhul bir gariptir.
O, bu acıyı ve gurbet duygusunu dindirmek için ya zindandan, bu gurbetten kaçacak ve kendisini bu dünyaya muhtaç olmaktan kurtaran yollar bulacak ya da kendisine daha iyi ve daha güzel bir gurbet yaratacaktır; bir başka deyişle dünyayı güzelleştirecek, bambaşka bir dünya haline getirecektir.
İşte ruh, dünyada böyle teskin olmak ister ama bu ona yetmez. Çünkü ruh dünyaya düştüğü an, bedenle ikilenmiştir. Bu yüzden ondan ve dünyadan kurtulup Allah katına çıkarak onunla birleşip bir olmak ister.
Sonuç olarak yalnızlık bedene değil, sadece ruh, akıl ve Allah’a mahsustur.
YORUMLAR