Şey, öyle bir şeydir ki her şey o şey ile şey olur. Şey’in tanımını birisi böyle yapmış. Eğer bu yazıyı beş dakika önce yazıyor olsaydım işte o şey anlamdır derdim. Ne yazık ki bu yazıyı beş dakika önce yazmadım.
Rahmetli Hüsamettin Amca sağ iken bir kahvede oturuyoruz. Havadan sudan konuşurken televizyondaki bir haber ikimizin de dikkatini çekti. Habere göre bilmem taa nerelerden gelip Everest’e tırmanan dağcı donarak öldü. Haberin özü bu. Biraz sessizlik oldu aramızda. Tabi ben Hüsamettin amcanın ağzına bakıyorum. Ve kral konuştu. “Boş. Değdi mi şimdi.” Aslında bu yorum pek de yabancısı olduğum bir yorum değildi. Zira yorumlarının yarısı değdi mi şimdi canım, bunlar hep boş boş. Kral Hüsamettin’in yorumuna göre dünya, hayat hep boştu. Hüsamettin Amca bunu söylediği zamanlarda günde takriben altı saatini kahvelerden âleme nizamat vermekle geçirirdi. Kral diyorum çünkü yorum yaparken bir kral edasına bürünür ve biz fanileri o yüce tahtından aydınlatırdı. Unutmayın yorum yapan herkeste biraz hüsamettin havası vardır.
Konumuz anlam. Her şeyin bir anlamı var mı yok mu? Anlamı varsa nedir o anlam? Bu yazıyı beş dakika önce kafamda tasarlarken tabi ki her şeyin anlamı var. Anlamsız bir şey mi var canım diyerek yola çıktıydım. Nerden bilebilirdim ki Kral Hüsamettin’in vardığı sonuca varacağım. Anlam üzerinde düşündükçe anlamın anlamını kaybettiğini gördüm. Bu korkunç bir şey. Anlamı ararken anlamın anlam krizine dönüşmesi ve akabinde anlamın buharlaşması, anlamsızlaşması. Her şey zıddıyla zahirdir sözüne güzel bir örnek. Ya da şöyle diyebiliriz. Her şey zıddını da içinde taşır.
Peki bu kadar anlamsızsa her şey neden insanlar hep bir şeyin peşinde. Hayat nasıl da cıvıl cıvıl. Anlamsız bir şey böyle ölesiye arzulanmaz ama değil mi?
Bu çelişkiyi rahmetli Hüsamettin amca bile çözemedi. Belki de çözmeye çalışmadı. Rahmetli her şey boş derdi ama boş işlerle uğraşanlara da en çok o kızardı. Velhasıl;
‘Dîl bekası, Hak fenası istedi mülk-ü tenim,
Bir devasız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber.’
Everest’e çıkan adama sorsaydık belki de bize diyecekti ki çok da düşünmedim. Yola çıkmak, yolda olmak ve zirveye çıkmanın verdiği doyum işte hepsi bu. Aslında bahçesindeki çiçeklerin dibini çapalayan kişi de Everest’e tırmanan kişiyle aynı şeyleri söyleyecektir. Adını koyamadığı belki de hiç düşünmediği bir anlam yüklüyor. Evet evet belki de anlamı biz yüklüyoruz. Hatta bizim için anlamlı olan bir şeyin zamanla nasıl da anlamını yitirdiğini birçok defalar tecrübe etmişizdir. Hatta biraz daha ileri gidip diyebiliriz ki anlam aramak anlamı öldürmektir. Okuduğum kadarıyla Dostoyevski demiş ki hayatın anlamını hayatın kendisinden çok sevmek günahtır.
Anlamı bizim yüklediğimize kimseyi ikna edemeyebilirim. Sadece anlam everestime çıkarken aklımdan geçenleri sizinle paylaşmak istedim. Aslında bu yazı beş dakika önce yoktu ama şimdi var. Kral Hüsamettin, Everest, televizyondaki haber. Hepsini ben uydurdum. Hepsine anlam yükledim. Ama ben uydurdum, bunların gerçekliği yok deyince birden yazının anlamı değişti değil mi? Şayet bu yazıyı ben değil anlı şanlı falanca büyük yazar yazdı deseydim belki de bu yazıya farklı bir anlam yükleyecektiniz. Demek ki anlam yok anlamlar var. Ve her anlam bir yorumdur.
Eski yazılarımı karıştırırken Bağlam isimli yazıma rast geldim. Orada şöyle yazmışım. ‘Bağlam anlamın evidir. Anlam ancak ve ancak bir bağlamda var olabilir. Bunun için bir düşünür demiş ki bana sözün bağlamını verin size anlamını söyleyeyim.’ O yazımda bunları söylemişim. Bir çivi bir çividir ama bağlamına yani yerine göre bir çivi bir nalı bir nal bir atı bir at bir komutanı tutar. Ama dönüp bakarsan çivi yine de çividir.
Büyük Yunus ne demiş. Bu menzile akıl ermez, bu kurduğun serap nedir. Ey şarihler anladıysanız anlatın biraz da biz anlayalım. Ne demiş olabilir burada şair. Yunus’u ancak Yunus şerh edebilir.
Yunus bir söz söylemiş hiçbir söze benzemez
Münafıklar elinden örttü mana yüzünü.
O meşhur şarkıda ne diyordu. Bir anda her şey anlamsız gelecek, işte biz o gün tükeneceğiz.
Korkmayın, ümitsiz olmayın. İşte biz o gün tükeneceğiz gibi laflara inanmayın. Böyle şeyler şarkılarda olur. Şarkılar tükenir, tükenebilir ama yine yeni yeniden yazılabilir. Anlam da öyledir tükenir ama yeniden üretilir. İnsanın en iyi yaptığı şey anlam üretmektir.
Eğer bir gün filozof olursam –ki hiç niyetim yok- insanı şöyle tarif ederim. Koltuğuma yaslanmış, ağzımın kenarında tuttuğum piponun dumanı arasında, hafif bir öksürük eşliğinde, Kral Hüsamettin havasında, kısık bir sesle: ‘Az önce insanı sormuştunuz. Aristo’dan beri bu müşkül halledilememiş. Benim naçizane fikrime göre insan anlam üreten bir varlıktır. Tabi buğdayı unutmamak lazım. Anlam ve buğday üreten bir varlıktır. Öhhö öhhöö…’
(sahi neden bir filozofumuz yok. “Bize filozof değil demirci lazım” sözünün üzerinden yeterince zaman geçmedi mi? Belki de coğrafyamız filozof yetiştirmeye müsait değildir. Eğer öyleyse coğrafyanın kader olduğuna biraz daha inanacağım.)
Belki size anlamsız gelecek ama anlama o kadar da anlam yüklememek gerekiyormuş. Anlam! Hepi topu o ‘şey’ dediğimiz şeylerden bir şey. Her neyse! Şimdi sizi dünyanın en yalın ve bir tek anlama gelecek cümlesiyle baş başa bırakıyorum.
Benim karnım acıktı. Gidip biraz tam buğday ekmeği yiyeceğim.
YORUMLAR