Bugün bütün metafiziklerin atası olduğunu düşündüğüm ölümden ve ölümün çocuk muhayyilesindeki yerinden bahsetmek istiyorum. Bu büyük muammayı, en iyi bildiğim kendi çocukluğumdan yola çıkarak irdelemeye gayret göstereceğim.
Çocukken köy minibüsüyle bir yere gidiyordum. Etrafı seyrederek giderken birden bir caminin önünde bir cenaze, cenaze namazını kıldıran hoca ve bir-iki saf da cemaat olduğunu gördüm. Tüylerim diken diken oldu. Belki de ölümle ilk defa karşılaşıyordum. Aklımdan bu hocanın yerinde olmak istemezdim diye geçirdiğimi hatırlıyorum. Ve hocanın bir kolu yarı engelliymiş de vücuduna yapışık tutuyormuş gibi geldi bana. Kaderin garip tecellisi midir nedir bilemiyorum yıllar sonra hoca oldum ve birçok cenaze namazı kıldırdım. Garip olan şu ki her cenaze namazını kıldırdığımda sanki bir kolum sıkıntılıymış gibi gelip vücuduma yapışıyor. İnsan psikolojisinden daha derin bir kuyu yoktur herhalde. Belki o kadar da derin değildir psikolojimiz ama bulanık bir göl gibi derin mi değil mi göremiyoruz.
Cenaze törenleri geride kalanlar için büyük bir teselli kaynağıdır. Cenaze namazı, taziyeler, kırkıdır, elli ikisidir, seneyi devriyesidir. Fatihalar, Yasinler, mevlitler. Bunlar sağlıklı bir yas süreci için gerekli şeyler. Velev ki şu dünyada görüp göreceğimiz rahmet bir namazlık saltanat olacak diyelim, bu da az şey değildir hani! Merhum Bâkî de yarı sitem yarı teselli olarak şu beyti söylemiş.
Kadrini seng-i musallada bilip ey Bakî,
Durup el bağlayalar karşına yârân sâf sâf.
Bir de bir mezarlık da şöyle bir yazı vardı. “Dur yolcu! Ben de senin gibiydim sen de benim gibi olacaksın. Okuduğun Fatiha’yı gelip burada bulacaksın.” Ben bu yazıyı her okuduğumda zınk diye duruyor ve bir Fatiha okuyordum. Sonra zamanla hem yürüdüm hem okudum. Eskiden mahalle dolmuşlarımız çarşıya gelip giderken mezarlığın yanından her geçişlerinde müziğin sesini kısarlar ve biz fani yolcular da birer Fatiha okurduk. Geçenlerde memlekete gittim. Yine dolmuşla mahalleye gelip giderken bir şey dikkatimi çekti. Mezarlığın yanından geçerken müzik sesi kısılmadığı gibi Fatiha okuyan da olmadığını gördüm. Fatiha okumak farzdır vaciptir demiyorum. Demek istediğim ölüm karşısında değişen tavrımız. Galiba insanın ölüm karşısındaki tavrı metafiziğin diğer ünitelerine ve dahî hayata karşı olan tavrını da belirliyor.
Kısmetindir gezdiren yer yer seni,
Arşa çıksan akıbet yer, yer seni.
Hepimiz bir gün öleceğiz baki olan Allah’tır. Bunda hiç şüphe yok. Öleceğini bilen tek varlık insandır. Bu gerçekten büyük bir trajedi. İnsanın trajedisi. Doğdular, yaşadılar, öldüler. Açan her çiçek sonsuza dek solar. Doğduk, yaşadık ve öleceğiz. Bir anlamı olmalı bunun. Dinler, ideolojiler, filozoflar her biri kendince izahlar getirmiş ölüme. Fakat ölüm olayı kişisel, tek kişilik bir tecrübe olduğundan mıdır hep soğuk gelmiştir insana. Bu konuyu araştırırken hoş bir anekdota rastladım. Tolstoy meşhur tren istasyonunda ölüm döşeğindeyken şöyle mırıldanmış: “Ya mujikler! Mujikler nasıl ölüyorlar?.”
Cahit Sıtkı, gün eksilmesin penceremden, başka bir şey istemem demiş. Işığı bol olsun. Goethe de ölürken ışık, biraz daha ışık demiş. Goethe ölümüne yakın dağların arkasından yitmekte olan güneşe bakmış ve “batarken bile büyük” demiş. Işıklar içinde uyusun büyük adam. Yahya Kemal meçhule giden bir gemiye benzetmiş ölümü. Rindlerin Akşamı’nda bitmeyen sükûnlu geceye, Rindlerin Ölümü’nde asûde bahar ülkesine benzetmiş. Orhan Veli; “Bir yer var biliyorum;/ Her şeyi söylemek mümkün;/ Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;/ Anlatamıyorum.” diyor. Yunus çıtayı yükseltmiş: “Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez.” Sonra bir şair daha: Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm;/ Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm. Ve daha neler söylemişler neler. Bunların bir kısmı şairane sözler. Orhan Veli ‘anlatamıyorum’ demekle çok güzel anlatmış.
Evet, bütün bunlar ve daha fazlası ab-ı hayat arayışları. Hızır ile İlyas’tan başka kana kana içen var mı bu ab-ı hayattan. İnsanın içinde ebedilik arzusu var galiba.
Asıl meselemize dönecek olursak. Çocuk soruyor, dedem ne oldu? Öldü. Nereye gitti. Gökyüzünde bizi seyrediyor. Oradan nasıl düşmüyor, ne yiyor ne içiyor? Dedenin ruhu orada evladım. Ruh yemez içmez. Ruh nedir? Bilmiyorum. Dedem nerede? Cennette. Orası nerede? Bilmiyorum. Ama dedem iyi bir insan değildi ki diyor çocuk. Çocuktur bu, her şeye söyleyeceği bir şey var. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Çocuk ve Allah şiirinde geçtiği şekliyle söyleyecek olursak “çocuklar korkunç Allah’ım.”
Ölüm karşısında herkes çocuktur.
Çocuk sormaya devam ediyor. Lütfen bana en baştan doğru dürüst anlat, ölüm nedir? Bilmiyorum çocuk bilmiyorum.
YORUMLAR