Geçenlerde bir kamyonetin kasasında gördüm. İstiab haddi şu kadar kilodur diye yazıyordu. Demek istiyor ki bu arabaya istiab haddinden fazla yük yüklerseniz taşıyamaz ve parça kırar. İşte bu istiab haddi bana bu yazıyı ilham etti.
İstiab haddi, limit, kapasite ya da potansiyel. Ne derseniz artık' İnsanların da bir istiab haddi vardır. Buna istidat da diyebiliriz. Elbette her insanın istiab haddi aynı değildir. Sûfilerin çokça kullandığı bir tabir vardır. İnsan-ı kâmil. Belki bu ifadeyi tersine çevirsek daha kolay anlarız. O da kemalu'l-insandır. Yani bir insanın ulaşabileceği son nokta. Bu noktaya kendini gerçekleştirme de diyebiliriz. Başka ne diyebiliriz diye düşünüyorum. Rüstem olmak için önce Rüstem'in yüreği gibi bir yüreğe sahip olmak lazım veya ayağını yorganına göre uzat. Şimdilik aklıma gelenler bunlar.
İşbu istiab haddini bir öyküyle genişletelim.
Bir taş işçisi sıcak bir yaz günü güneşin altında çalışırken birden sıcağın onu daha verimli çalışmasından alıkoyduğunu fark etmiş ve o an 'güneş benim çalışmamı engelliyor. O zaman benden daha güçlü' diye düşünmüş ve güce de çok önem verdiği için o an güneş olmayı dilemiş Allah'tan. Hikâye bu ya, Allah taş işçisinin isteğini kabul etmiş ve taş işçisi güneş olmuş. Bütün dünyayı ışığıyla aydınlatmış, her yeri kavurmuş, gücünü herkese göstermiş. Fakat bir gün güneşin önüne bulut gelmiş. Bizim taş işçisi çok sinirlenmiş bu işe. Çünkü bulut güneşin ışınlarını kesiyormuş ve taş işçisi 'bulut güneşten daha güçlü, ben bulut olmak istiyorum' demiş ve o an bulut olmuş taş işçisi. Yağmurlar yağdırmış, seller akıtmış, şimşekler yaratmış. Güçlü olduğu için halinden memnunmuş. Ama fazla uzun sürmemiş mutluluğu. Çünkü bu sefer de rüzgâr bulutu sürüklemiş ve bizim taş işçisi yine düşünmüş ki 'rüzgâr bulutu sürükleyebiliyorsa o zaman en güçlüsü rüzgâr.' Ben rüzgâr olmak istiyorum, demiş ve rüzgâr oluvermiş o an. Taş işçisi rüzgâr şeklinde fırtınalar estirmiş, denizleri coşturmuş, kasırgalar yaratmış. Ama bu sefer de eserken karşısına koca bir taş kütlesi çıkmış. Bu nasıl bir şey ki benim rüzgârımı kesiyor? diye düşünmüş ve o taş kütlesi aslında bir dağmış. Ve Allah'tan son bir dilekte bulunmuş. Bir dağ olmayı istemiş. Taş işçisinin isteği kabul olmuş ve sonsuza kadar dağ olarak yaşamaya karar vermiş. Çünkü dünyadaki en güçlü şeyin dağ olduğunu düşünmeye başlamış. Taş işçisi hayatından memnun bir şekilde yaşarken birden bir rahatsızlık hissetmiş. Bir şey içini kemiriyormuş. Derken dağ onu rahatsız eden şeyin ne olduğunu bulmuş; onu rahatsız eden, eteklerinde çalışan bir taş işçisiymiş. Ne yaptıysa durmamış işçi; demek ki bir taş işçisi benden daha güçlü diye düşünmüş ve keşke taş işçisi olsaydım demiş.
İlkokula giderken, galiba üçüncü sınıf Türkçe kitabımızda bir okuma parçası vardı. O okuma parçası da istiab haddiyle, daha anlaşılır ifade edersek haddini bilmeyle alakalıydı.
Buğday hacca gidiyormuş, yerine arpayı vekil bırakmış. O zamanlar hac yolu üç dört ay sürdüğünden arpa sormaya başlamış:
- Sen yokken ekmek olayım mı buğday kardeş?
- Tabii tabii görevin bu zaten.
- Bulgur olayım mı?
- Bilmem ki. Olmaz ama isteyen olursa ol.
- Peki, yufka ya da börek olayım mı?
- Eh pek yakışmaz ama zorda kalırsın ol bari.
Arpa, sorduklarına olumlu yanıt almanın heyecanıyla:
- Peki, buğday kardeş, demiş, baklava da olayım mı?
Sabrı tükenivermiş buğdayın:
- Yoo, demiş. Haddini bil, fazla açılma yırtılırsın.
Eskiler İslam'ın şartı beştir altıncısı haddini bilmektir yedincisi haddini bilmeyene haddini bildirmektir demişler. Öyle ya, bir şey haddini aşarsa zıddına döner.
Belki de eee! diyeceksiniz. Eee'si can sağlığı. İstiab haddini bilmek, istidadını keşfetmek, kendini bilmek, ne olduğunu bilmek kadar ne olmadığını da bilmektir.
YORUMLAR