Yaşar ATLI

Yaşar ATLI


Orman

17 Ekim 2020 - 18:11

İlkokulda öğrendiğim ve hoşuma giden bir şarkı vardı.
Yuvadır kuşlara,
Örtüdür toprağa
Can verir doğaya,
Ormanlar yurdumda.
Bir de şöyle bir şarkı öğretmişti öğretmenimiz bize.
Kestane, gürgen, çam, palamut,
Altı yaprak üstü bulut,
Gel sen burda derdi unut,
Orman ne güzel, ne güzel.
O yıllarda henüz orman görmemiştim. O ağaçları ve içindeki hayvan çeşitliliğini düşündüğüm zaman ormana âşık oluyordum. Bu aşkım bir Ege beldesi Gördes'e tayinimin çıkmasına kadar devam etti. Gördes'te ormana gittiğim zaman ilkokulda öğrendiğim şarkı bitti. Çünkü o şarkıda bahsedilen zenginlikte bir orman yoktu karşımda. Karşımda iğne yapraklı çam denizi vardı. Ve fakat ağaçların altını bir karış kalınlığında kaplamış olan iğne yapraklar ormanda oturup şöyle bir nefes almayı, ormanda yürümeyi zorlaştırıyordu.
Herhalde iğne yapraklarının yoğunluğundan olacak ağaçların altında ot, başka bir ağaç veya çalı yetişmemişti. Ve elbette meyvesiz olan bu ağaçlarda ne ormanlarda yaşayan hayvanlar ne de bir kuş yaşıyordu. (biraz abarttığımın farkındayım.) Ege'nin muhtelif yerlerini gezdim her yerin bu iğne yapraklı ormanlarla kaplı olduğunu gördüm.
Tabi ki orman demek oksijen demek, hayhay. Ve bu ağaçlardan uygun görülen yerlerden resmi makamlarca kesim yapılıp istifadeye sunulması, eyvallah. Varsın ormanda da yürüyüş yapmayalım, olsun. Ot da bitmesin, eh ne yapalım abdurrahman çelebiler aç kalsın! Haydi hepsinden geçtim, yaralarıma tuz bastım, dudağımı ısırdım. (biraz abarttım mı ne?) Her şeye rağmen gözümüz gibi sakındığımız ormanlarımız bir de bakıyoruz ki tutuşmuş yanıyor. Ve her yaz aynı hikâyeleri yaşıyoruz. Orman yangınlarını, ciğerlerimizi kebap eden yangınları.
Her yaz nice ormanlarımız içindeki canlılarla beraber küle dönüyor. Bazen yerleşim yerlerine de sıçrayabiliyor. Ve bu yazıyı yazma nedenim, her yıl yanan ormanların çoğunun kızılçam ormanlarından meydana gelmesi. Peki, ne yapabiliriz? Şimdi desem ki ormanda ve yakın yerlerinde ateş yakmayalım, anız yakmayalım, izmaritlerimizi gelişigüzel sağa sola sallamayalım, ormanda yeterli aralamalar yapalım, meskûn mahallerle ormanın arasını ayıralım. İnanın bu saydığım hususları herkes herkesten daha iyi biliyor. Hele bu işin erbabına akıldanelik yapmak fuzuli konuşmaktır.
İğne yapraklı çam ağaçları yazın kibrit gibi olmakta, bir kıvılcımla tutuşabilecek bir hale gelmekteler. Bir tutuştuktan sonra da Marmara çırası gibi alev alev yanmaktalar. Hele kozalaklar marifetiyle yangın bir anda birçok alana sıçramaktadır ki hava araçları olmasa yangınları söndürmek mümkün olmamaktadır. Neden farklı ağaç türleri dikilmiyor, çeşitlilik arttırılmıyor dediğimde 'efendim bu yerlerin iklimi ancak bu ağaçların yetişmesine imkân veriyor' deniliyor. Bilemiyorum, bu işin içinde olanlar daha iyi bilirler elbette. Fakat yine de farklı ağaç türleri ve kendiliğinden yetişen yabani ağaç ve çalı türleri çoğaltılabilir diye düşünüyorum. En azından belirli aralıklarla ormanın sigortası nev'inden, bir yangın esnasında yangının hızını yavaşlatacak bir doğal barikat olarak bu türden geniş yapraklı ağaçlar yaygınlaştırılabilir.
Aklıma geldiği için söylüyorum. Her yıl hatırı sayılır miktarda hatıra ormanı dikilmekte. Mesela çam ormanının hemen yanı başına iğne yapraklı çam ağacı yerine iğne yapraklı olmayan çam ağaçları veya başka türden ağaçlar dikilebilir. Yanlış anlaşılmak istemem, elimize baltayı, nacağı alalım kızılçamları keselim demiyorum. Elde olanı tabi ki muhafaza edelim. Ve fakat bundan sonrası için meşe, alıç, çınar, ladin, sığla, köknar, badem, kestane, ıhlamur, ahlat, mazı, fıstık çamı, akasya, ardıç, okaliptüs, orman gülü, keçi boynuzu, defne, sumak, kuşdili, dağ çayı, çöven, adaçayı, kekik, frenk üzümü, kardelen, zeytin, oğul otu, güzelavrat, böğürtlen, kuşburnu gibi alternatifler yaygınlaştırılabilir. Yer yer yabani ağaçlar aşılanabilir. Söylediğim gibi benimki sadece bir fikir yürütme. Orman yangınlarının üzerine bir kürek toprak nasıl atarım, bir kova su nasıl dökerim düşüncesiyle yaptığım bir akıl yürütme. Lütfen verdiğim örneklere takılmayın. Söylemek istediğim sadece alternatifleri düşünelim.  
Bir yerin ekosistemi ne kadar zenginse, insanlara faydası da o nispette fazla olur. Ormanda ağaç ve çalı çeşitliliği arttığı oranda hayvan çeşitliliği de artacaktır. Bu da orman köylerinin ormanla daha çok haşır neşir olmasına vesile olacaktır. Belki orman köylerine bu manada eğitimler verilebilir. (belki de veriliyordur!) İnsanların gidip geldiği, insanların ormanlardan aldığı kadar vermeyi de bildiği bir ormanda kolay kolay yangın çıkacağına ihtimal vermiyorum. İyi de bu yangınlar neden çıkıyor derseniz herkesin bildiği gibi çoğu sabotaj. Sabotajı önlemenin çaresi ise belki masraflı olacak ama kritik yerlere kamera.
Yukarıda bahsettiğim şeyler naçizane fikrime göre hem olası bir yangını yavaşlatır, hem hayvan çeşitliliğine imkân sağlar hem de köyde yaşayan insanların hayvanlarına ot imkânı sağlar. Hem ormandan bu şekilde istifade eden bir kişi adı konulmamış bir doğal orman bekçisi olur.
Bunları söylerken bir şey daha söylemezsem eksik kalır. Yukarda da ismi geçen abdurrahman çelebi meselesi. ‘Koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi derler' şeklinde bir atasözümüz vardır. Fakat koyunun olduğu yerde de ben keçiye abdurrahman çelebi derim. Hatta hatırı sayılır bir zaman sürecinde keçi otlatmış ve keçiye mübarek bir hayvan gözüyle bakan biri olarak diyebilirim ki Türkiye'de bir keçi bakanlığı kurulsa yeridir. Neden diye soracak olursanız? Koyun herhalde beddua almış olacak ki doymak nedir bilmez. Büyükbaş hayvanlar da öyle. Bir inek bir oturuşta on beş keçinin yediğini yiyebilir. Ama keçi öyle midir mübarek? Çabuk doyar bir kere. Bir de en sarp kayalıkta bile karnını doyurabilir. Sütü harikadır. Hele ıslah edilmiş cinsleri var ki nerdeyse bir inek kadar süt verirler. Kabul ediyorum taze dikilmiş bir fidana keçi zarar verebilir. Fakat büyümüş bir ağaca ne kadar zarar verebilir, bunu yetkili mercilerin düşündüklerini düşündüğüm için düşünmüyorum artık. Hem hayvan otlatılan yerlerde hayvanların gelip gitmesiyle oluşan patikalar olası bir yangının etkisini azaltacak önlemlerden biridir.
Bu orman meselesini araştırırken haliyle kitaplara, makalelere baktım. Bu arada aklıma gelmişken söyleyeyim akademik çalışmaların kendine göre bir mantalitesi, meseleleri açıklama tarzı var. Fakat bana birçok akademik çalışma sıkıcı ve hantal geliyor. Böyle eserleri okuduğum zaman, bir kaşık bal yemek için bir kilo keçiboynuzu çiğnemiş gibi hissediyorum kendimi. Bir de şairin dediği dilleri var bizim dile benzemez misali kendine has bir dili var. Şimdi burada yazdığım gibi bir dil kullanılmaz akademide. Öyle olması gerekiyor demek ki bir şey diyemem. Fakat bu akademik çalışmaların halka anlatılması, halk diline tercüme edilmesi de önem arz ediyor. ‘Biz yazdık okumuyorsunuz kardeşim' demekle olmuyor.
Baktığım kitapta şöyle deniliyordu:
'Orman kendi içerisinde canlıdır denilse yeridir. Başka bir tanımda ise orman, çok sayıda bitki ve hayvan popülasyonlarından meydana gelen bir yaşama ortaklığı, yaşam birliği, ekosistem; hatta büyük bir canlı organizma şeklinde ifade edilmektedir. Türkiye, iklim ve jeomorfolojik özellikler nedeniyle biyolojik çeşitlilik oranının yüksek olduğu bir ülkedir.'
Ormanı herkes kendine göre tanımlayabilir tabi. Biri ağaç denizi diyebilir. Sayılamayacak kadar çok ağacın olduğu yer de denebilir. Çok da önemli değil aslında. Çünkü her tanım eksiktir. Mesela bize kendinizi tanımlayın deseler ne diyebiliriz.
Bu orman meselesini çalışırken şöyle güzel bir cümleye rastladım. Kıyamadım atmaya, torbama attım.
'Tozlaşmayı sağlayan arılar ve diğer böcekler gibi bir ekosistemi ayakta tutan türlerdir. Bu türlerin yok olması, ekosistemin çökmesine neden olabilir. Örneğin, bir kimyasal ilaçlama sonucu tozlaşmayı sağlayan böcekler yok olursa çiçekli bitkiler ve ağaçlar üreyemezler. Buna bağlı olarak sıra ile diğer canlılar da etkilenir ve ekosistem zarar görür.'
Yahu hocam hayırdır. Thoreau gibi ormanda bir gölün kenarında yaşama planı mı yapıyorsun diyebilirsiniz. Ama hayır öyle bir niyetim yok. Hoş, olsa da öyle zenginlikte bir ormanımız yok. Varsa da ben bilmiyorum. Bir süre ormanda yaşamaya karar veren birisi karnını doyurabilir mi? Ama yine de herkesin bir günlüğüne bile olsa kamp deneyimi yaşamalarını isterdim. İsterdim çünkü günlük hayatımızda dert ettiğimiz nice şeylerin o kadar da dert edilecek şeyler olmadığını görmek için, minimalizmin de nispeten mümkün olduğunu ve sahip olduklarımızla da mutlu olabileceğimizi görebilmek için. Daha sayamadığım birçok şey için herkesin en az yirmi dört saatliğine de olsa bir dağ başında kamp yapmasını isterdim. Elektriksiz ve telefonsuz.
Ormanda gezerken bakın ne gördüm. İnsan, hayvan, bitki, toprak, su, hava, güneş, ay, yıldız ve fikir' Bir orman kadar kardeş ve bir ağaç kadar hür.

Bu yazı 2110 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum