Adnan Adıvar Denemelerinin bir yerinde şöyle bir anektoda yer verir. İspanya’da bundan tam 710 sene evvel kurulan Salamanca Üniversitesi'nin rektörü, XVII. asırda hain bir engizisyon casusunun iftirasıyla hocalıktan çıkarılmış, ancak otuz sene sonra kürsüsüne tekrar kavuşmuş. Yeniden kürsüye çıkan ihtiyar hoca, söze ‘Geçen derste nerede kalmıştık?’ diye başlamıştı. Bu hikâye ilk bakışta tuhaf gelir; belki okuyanlar, ihtiyar hocanın bunamış olduğuna hükmederler. Hâlbuki hoca hiç de bunamış değildi. O, bedeniyle üniversiteden uzak kalmış ise de ruhuyla, aklıyla oradan ayrılamamıştı. Bu nedenle ilk kürsüye çıktığı zaman, pekâlâ ‘Geçen derste nerede kalmıştık?’ diye sorabilirdi.
Peki biz nerde kalmıştık. Hayatın telaşesi bizi yazmaktan alıkoysa da ruhumuzla aklımızla hep kaldığımız yerdeyiz. Yanlış hatırlamıyorsam Osmanlı’da kalmıştık.
37 yıl Osmanlıyı yöneten ve Osmanlıyı bir beylikten bir devlete dönüştüren Orhan Gazi döneminde azıcık daha seyahat edelim. Bu defa bir seyyahın, İbni Batuta’nın gözüyle bakalım istedim.
1368’de vefat eden büyük gezgin İbni Batuta 22 yaşında hac yapma niyetiyle Fas’tan çıkar. 1325'te Tanca'dan hac niyetiyle yola çıktığında henüz 22 yaşındadır. Kuzey Afrika sahillerini takip ederek İskenderiye’ye varır. Burada Şeyh Burhaneddin’in telkiniyle ruhunda Hint, Sint ve Çin gibi Doğu memleketlerini görme hevesi uyanır.
Fas’tan başladığı seyahatini taa Çin’e kadar devam ettirmiş. 1332 yılında Anadolu’yu ziyaret eden İbni Batuta aynı zamanda Bursa’yı ve İznik’te Orman Gazi’yi de ziyaret ettiğini yazar. Diyor ki İbni Batuta; bu sultan, Türkmen hükümdarlarının mal, ülke ve askerce en büyüğüdür. Onun kaleleri yüze yakındır. Anlatılanlara göre hiçbir şehirde bir aydan fazla oturmaz, devamlı kâfirlerle savaşır, onları kuşatırmış!
Anlatılanlara göre baba Osmancık, Yeznik [=İznik] şehrini yirmi sene kuşatmış, fethedemeden vefat etmiş. Sonra oğlu kuşatmaya devam etmiş ve on iki yıl sonra fethetmiş. Ben onunla burada karşılaştım. Bana, kese kese dirhem gönderdi.
İbni Batuta Orhan Gaziyle karşılaştım diyor ama mesele pek de öyle durmuyor. ‘Anlatıldığına göre’ diye söze başlıyor ve Orhan Gazi ile ilgili herhangi bir teferruat vermiyor. Metindeki ifadeler bana biraz müşkül geldi.
İbni Batuta gittiği hemen hemen her yerde iyi karşılandığını ve kendisine hediyeler verildiğini yazar. Özellikle Anadolu’da ahilerden ve onların kendisini misafir ettiğinden bahseder. Ekseri kaldığı yerler, gittiği yerin yöneticisinin misafirhanesi veya tekkelerdir.
İbni Batuta Manisa’ya da gelmiş. Ve burada karşılaştığı ilginç bir cenaze töreninden bahseder.
Şehrin hükümdarı Saruhan adında biridir. Buraya girdiğimizde onu birkaç ay evvel ölmüş oğlunun türbesinde bulduk. Bayram gecesi ile sabahını anne baba bu türbede geçirmişler. Çocuğun cesedi yıkanıp hazırlanmış, kalaylı, demir kaplı tahta bir tabut içine konmuş ve cesetten çıkan kokunun kaybolması için çatısı açık bir kubbeye asılmıştı. Bir süre sonra çatı örülecek, tabut yere indirilecek, üstüne de ölünün elbiseleri örtülecekti. Pek çok hükümdar için böyle yapıldığını daha önce görmüştüm.
Bu ilginç törenle ilgili olarak dipnotta şu bilgilere yer verilmiş.
Altay Türklerinin, ölüleri ağaca bırakmalarına benziyor. Eski Türklerde, özellikle Altay ve Sibirya Türklerinde yaygın olan ritüel, ölüyü ağaca bırakmaktır. Bu âdete Türk kabilelerinden Tonguzlarda, Kırgızlarda ve Eski Bulgarlarda rastlanır. Burada maksat ne olabilir? Ya ölüyü göğe yaklaştırmak veya kemikleri muhafaza edebilmek için çürüyebilen kısımlardan kurtulmak; zira ruhun kemikte olduğu inancı vardı bazı kadim Türklerde. Bkz.: Jean-Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, çev. Aykut Kazancıgil, İstanbul, 1994, s. 220.
Bu tür ayrıntılar ibni Batuta’yı ilginç hale getiriyor gerçekten. Gittiği yerlerin siyasi durumunu, iktisadi, dini, sosyal yapısını, örf ve adetlerini iyi gözlemliyor ve bunları aktarıyor. Dahası gittiği yerlerden hemen geçip gitmiyor bir süreliğine kalıp içlerinde yaşıyor. Hatta bazı yerlerde evlilikler yapıyor. Falanca yerde bir cariye bana hediye edildi filanca yerde bir cariye satın aldım gibi ifadeleri var. Demek ki İbni Batuta’nın gezerken hiç acelesi yok. Daha önceki bölümlerde yanlış hatırlamıyorsam Osmanlı’nın bu ilk devirlerindeki köle ticaretinden şöyle bir değinmiştik. İbni Batuta bizi doğruluyor.
Gezgin dediysek de yanlış anlaşılmasın, İbni Batuta tek başına atına atlayıp dehlemiş değil. Mesela Sinop Limanından Kırım’a geçecekler. Biz on iki kişiydik diyor. Bunlardan biri cariyesi olsun muhtemelen biri yazıcısı, öteki hizmetkârı beriki atların bakıcısı vesaire… Üç asır sonra yaşayan Evliya Çelebi de öyle. Yanında en az on kişi var. Yani küçük bir kafile halinde hareket ediyorlar.
Meraklısına kaynakça: İbni Batuta Seyahatnamesi, çeviren: Sait Aykut, 2004 İstanbul, YKY Yayınları. Müthiş bir çeviri olmuş ve çok güzel dipnotlar verilmiş.
YORUMLAR