Merhaba muhterem okurum.
Öncelikle sana, bana, ona sağlık dilerim. Sağlık kadar muteber bir şey yoktur bu dünyada. Bütün dünya senin olsa sağlığın olmasa neye yarar. Sağlığın olmasa ne yemekten, ne gezmekten, ne sohbetten, ne ibadetten hiçbir şeyden lezzet alamazsın. İnanıyorum ki sağlığın yerindedir. Öyle olmasa ne diye bu yazıyı okuyacaksın ki.
Şimdi böyle nasihat eder gibi başladım ama nasihat edecek değilim. Sadece seni merak ettiğim için yazıyorum bu satırları. Mesela bu yazıyı masada mı okuyorsun yoksa yan yatmış bir şekilde mi? Okurken ne düşünüyorsun, ne hissediyorsun. Mesela şöyle düşünüyor musun? Benim bir sürü derdim var adamın derdine bak. Masada mı okuyormuşmuşum. Peh, sana ne be adam, istediğim yerde istediğim şekilde okurum. Sen yazdın mı bu yazıyı yazdın. Bitti, artık bu yazı senden çıkmıştır, çok da peşine düşmeyeceksin.
Yukarıda aksi bir okura rast geldim. Galiba bugün tersinden kalkmış. Sahi sabahları kaçta kalkıyorsun çok merak ediyorum. Mesela sekize on kala kalkıp eyvah geç kaldım deyip telaşla işe mi gidiyorsun. İşe giderken insanlara günaydın diyor musun? Diyorsan içinden gelerek mi diyorsun yoksa mesmursuz demesinler diye zoraki iştahsız mı diyorsun. Anlaşıldı henüz uyanamadın sen.
Belki de bu akşam yemekte pilav, kuru fasulye, cacık yemişsindir. Fasulyeyi bir gün önceden ıslatmazsan böyle diri kalıyor diye düşünüyorsundur. Olsun, bir dahaki sefere unutmazsın. Belki de fasulye yemeğini sevmiyorsun, fazla şişkinlik yaptığından dolayı. Haydi itiraf et, kuru fasulyeyi pek beceremiyorsun. Ama pilavıma diyecek laf yok, tek kelimeyle enfes deyip durumu eşitliyorsun. Ama üzülme bir insan her şeyi mükemmel yapacak diye bir şey yok.
Muhterem okuyucu! Keşke dünyanın en hızlı koşan, sesi en güzel, en güzel yemek yapabilen, ayağıyla top sektirirken en zor matematik denklemleri çözebilen, harikulade, fevkaladenin fevkinde insanı olmayı çok istiyorsundur. Fakat öyle değilsin diyelim. Ama yine de koşmaktan, şarkı söylemekten, yemek yapmaktan, elinden gelenin en iyisini yapmaktan vazgeçmiyorsun. E bu da az şey değil hani. İnsanlık için küçük ama senin için büyük bir şeydir zannımca. Kabul, en zor matematik problemlerini hala çözemeyebilirsin. O da nazar boncuğun olsun.
Muhterem okuyucum! Mademki burada birbirimizle dertleşiyoruz o zaman açık konuşacağım. Geçen canciğer dostunla on bin saniye boyunca yaptığın çay sohbetini hatırlıyor musun? Çok parlak fikirlerini bir bir sıralamıştın. Dostun da ağzı açık hayran hayran sana bakıyordu. O gün ne güzel de dünyaya nizam vermiştin değil mi? Diyeceksin ki nereden biliyorsun? Yürüyüşünden biliyorum. Şaka şaka kendimden biliyorum, bazen dost sohbetlerinde kendimi kaptırıyorum. Sonra bakıyorum ki farkında olmadan bir sürü çay içmişim. Sonra gece boyu teşaşüre.
Merakımı mazur gör muhterem okuyucu. Bunu sormadan edemeyeceğim. Lütfen, lütfen söyler misin? En son ne zaman yıldızlara baktın. En son şiirin ne hakkındaydı. Hayatın anlamı sana göre nedir. Bu dünyada mutlak iyi, mutlak doğru var mıdır? Sen de içimde evrensel ahlak yasası üzerimde masmavi gökyüzü mü diyorsun. Lafı hiç dolandırmadan sorayım. Yunus’un şathiyelerini sen de sevmiyor musun? Daha da basitleştirerek sorayım. Kırıkhan kavunu, Diyarbakır karpuzu, dalbastı, Gümüldür mandalinası, Trabzon hurması, Bursa şeftalisi, Arapgir üzümü evet bunların herbirerleri ve daha fazlası iştahın yerindeyken, dalından koparmak şartıyla senin de hoşuna gitmiyor mu?
Muhterem okuyucum! Ben böyle saatlerce seninle sohbet etsem yine de sohbetine doymam. Ama müsaaden olursa gelecekteki okuyucuma da bir iki kelam etmek istiyorum.
Ey bu yazıyı yazıldıktan bin yıl sonra üç bin yirmi bir yılında okuyan okuyucu! Belki de okumuyorsun. Beynine takılan bir çip sayesinde bu yazılanları beyninde hazır buldun. Belki de şu anda basit bir aletle uçuyorsun. İnan ben de kuşlar gibi uçmak isterdim. Ama ne yapayım erken gelmişim dünyaya. Sen şimdi yemek de yemiyorsundur. Şöyle acem pilavının üstüne kuru fasulyeyi koyup kaşıklamanın tadını bilmezsin. Öyle hapla kapsülle hayatın tadı mı olur canım. Sizin ki de iş. Allah bilir çay da içmiyorsunuzdur. Yok torunum yok! Ben kendi zamanımdan memnunum.
On bin yıl sonraki okurum: xyz kdhsgfghhgdnbnkşolpslşdikfkkhıknjlkjşeklşkmjf hık. Bu kadar yıl sonra diller, harfler olacak mı bilemiyoruz. Belki de siz ışınlarla, dalgayla ne bileyim farklı bir araçla anlaşıyorsunuz. Olur da her şey bugün ki gibi devam edecek olursa şunu söyleyeyim. Mars değil de yakın bir gezegenden birkaç dönüm toprak al. Toprak hiç kaybettirmez. Arpa ekersin, darı ekersin, bir kaç da hindi bakarsın ohh! Çocukları ara ara götürürsün toprakta oynasınlar, öyle devamlı elektrik elektrik nereye kadar yavrum.
Bizi merak edersen hemen söyleyeyim. Dünyanın nüfusu yedi milyar diyorlar, saymadım. Çok kalabalıklaştık. Artık Mars’a gideceğiz gibi. Domates, patates fiyatlarını söyleyeceğim ama yemiyorsun ki. Yine de şöyle söyleyeyim. Bir kilo soğan ile bir köy yumurtasının ve bir ekmeğin fiyatı hemen hemen eşit. Bu arada unutmadan Jüpiter’e de selam olsun. ( tabi küresel ısınma bin yıl sonra ortalığı cehenneme çevirmediyse.) dıt dııt.. bağlantı kesildi galiba.
Belki siz de beni merak ediyorsunuz. Ne yer, ne içer, nasıl bir insandır diye. Derler ki okuduğunuz yazarlarla tanışmayın, çoğunlukla hayal kırıklığına uğrarsınız. Benimle de tanışmanızı tavsiye etmem. İsterseniz biraz merakınızı gidereyim. Öncelikle gıcık biriyim. Çekilmez, soğuk, ezberleri olan, ezberlerini bir anda unutup başka şeyler ezberleyen, ansızın bütün ezberlerini unutan biriyim. İnanın tanıştığımızda saatlerce sizi dinleyebilirim. Fakat fikirleriniz hakkında olumlu veya olumsuz tek kelime etmeden birden havadan sudan konuşabilirim. Bilmem buna sabredebilir misiniz? Söylemiştim gıcık olduğumu. Bir de ilk tanıştığım insanlardan kendime yemek ısmarlatıyorum. Şaka şaka. Bakın böyle soğuk esprilerim de vardır. Böyle soğuk şaka yapanlara antipatik de diyorlar.
Belki merak ediyorsundur nasıl, niçin yazdığımı. Şöyle bir boğazımı temizleyip, derin bir nefes aldıktan sonra cümleye ‘efenim, şöyle ki…’ gibi başlamamı bekliyorsan biraz beklemen lazım. Ya da ‘yazmak benim için varoluşsal bir meseledir, yazmazsam içim şişer, rüyamda bile yazıyorum’ gibi bir cevap bekliyorsan çok beklersin. Çok beklersin diyorum çünkü kendimi bir yazar olarak görmüyorum. Peki o halde neden? Ben de bilmiyorum neden ve nasıl yazdığımı. Nasıl yani ilhamla mı yazıyorsun? Elbette zaman ayırıyorum, emek veriyorum fakat sebebini ve amacını ben de bilmiyorum. Parmak İzi diye bir yazı neden yazılır bilmiyorum. Hasbihal edeceğim bir okuyucum var mı onu da bilmiyorum. (bu yazının ilk ismi Hasbihal idi.) Eğer yoksa kendime çok gülerim. Ama yine de yazmaya devam ederim. Sebebini bilmiyorum. Bu yazıyı masamda yazıyorum. Çok şükür bunu biliyorum.
Gördüğünüz gibi envai çeşit konulardan konuştuk. Nerdeyse on bin saniye oldu. Buna havadan sudan konuşma da diyebilirsiniz, geyik muhabbeti de. Zaten bir hasbihalin samimi olmasının şartı da havadan sudan şeylerden bahsetmesi değil midir? ( yazı esnasında biraz senli benli konuştum. gayr-ı resmi bir havada yazmak istedim. Bir arkadaşım, böyle yazıyorsun, ediyorsun ama şımarma demişti. Biraz şımarık bir yazı oldu gibi? İnsan şımardığının farkına vardığında herhalde yeterince şımaramaz. Mesela öfkelendiğinin farkına varan biri sakinleşmez mi? Kibirlenen biri kibrini fark edince biraz yüzü kızarmaz mı? Acaba diyorum tam duygu durumu aklın durması mıdır? Jung’u kıskandıracak bir cümle kurmak istiyorum: Her insan duygularıyla yaşar.)
Önümde bir kitap var. Tefe’ül ettim haydi okuyucumun bahtına dedim. Bakın ne çıktı. Hacı Bayramı Veli’nin bir mısraı:
Hiç kimse çekebilmez güçtür feleğin yayı.
Bu mısra nereden geldi büyük sufinin aklına acaba. Herhalde o dönemde bu cümle büyük sanatkâr, büyük arif halk tarafından kullanılıyordu. Ve büyük sufi de bu cümleyi şiirine şah mısra yapıp şiirin geri kalan kısımlarını yazmıştır. Acaba diyorum Hacı Bayram-ı Veli bu mısrayı yazarken kendisinden bilmem kaç asır sonra gelenlerin okuyacağını düşünmüş müydü?
Geçenlerde üç bin yıl önce yazıldığı söylenen bir şiire rastladım. Galiba neden yazdığımı bir nebze çözdüm.
Beni bulamazsan üzülme,
Eşyalarımı bulacaksın.
Kestiğim taşları, açtığım yolları,
İşlediğim heykelleri bulacaksın.
Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden,
Parmak izlerimiz değecek birbirine.
YORUMLAR