Filozofların atası Thales, 'önce su vardı' demiş. Heraklitos, sen büyük konuşursun da ben konuşamaz mıyım deyip kıskançlığını izhar ettikten sonra 'aynı ırmakta iki kez yıkanamazsın' demiş. İsmini bilmediğim bir filozof da 'su akar deli bakar' demiş. Doğrusu üç filozofumuz da güzel laf etmişler. Lakin üçüncü filozofumuz işi biraz sulandırmış.
En az filozoflar kadar hatta daha fazla edebiyatçılar da suya dalmışlar. O kadar ki suya kanmamışlar bir türlü. Hele Fuzuli bu dünyanın bütün sularını içse yine de kanmayacak bir ciğeri yanık.
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su.
Su Kasidesine su destanı denilse sezadır. Yine demiş ki;
Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su.
Fuzuli'nin bu ifadeleri bana şu sözü hatırlattı. Gürül gürül akan bu çeşme başında nedendir bu susuzluğum.
Acaba diyorum Faruk Nafiz, Çoban Çeşmesi'nin ilhamını Su Kasidesi'nden mi aldı? (Edebiyat tarihçilerine yeni bir iş. Araştırsınlar bakalım:)
Çoban Çeşmesi'nin buz gibi suyundan iki bardak da biz içelim. Bismillah.
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.
Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül arar da,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,
Şair bu gün yaşasaydı herhalde Çoban Çeşmesine Ağıt diye de bir şiir yazardı.
Kur'an'da 'biz her canlıyı sudan yarattık' buyruluyor. Su varsa hayat vardır. Sümerliler suyu, insan sağlığının temel ilkesi olarak görürlermiş. Onlara göre su dengesi, vücudun sağlık halidir. Bu denge bozulduğunda hastalık ortaya çıkar. 'Suları Tanıyan Adam' (A-zu) adı verilen doktorlar, bozulan su dengesini düzene koymaktan başka bir şey yapmazlarmış. Uzmanlar diyor ki kanın %92'si, kemiklerin %22'si, beynin ve kasların %75'i sudur. Hücrelerin yaşamsal faaliyetleri, vücut fonksiyonlarının yerine getirilmesi vücudun su dengesinin korunması ile mümkündür.
Yazımı şöyle bitirmek isterdim. Şu Kerbela günlerinde suyu, susuzluğu konuşmayacağız da ya ne konuşacağız.
Fakat iş ciddi erenler! Geçenlerde bir arkadaşım dedi ki eskiden tarım için kullanacağımız suyu seksen doksan metre sondaj vurarak çıkarıyorduk. Şimdi bazen iki yüz metrede dahi su çıkmıyor. Biz kazdıkça su daha derinlere iniyor. Ve gün geçtikçe susuzluğumuzun daha da arttığını hepimiz görüyoruz. Bunu felaket tellallığı kabilinden anlamayın lütfen. Bu bir gerçek. Ve bu gerçekle yüzleşip ne yapabiliriz konusunda bir fikir yürütme sadece.
Sularımız azalıyor, kirleniyor, çekiliyor. Ne yapabiliriz. Bu işin erbabı elbette önlem alıyordur. Fakat biz halk olarak ne yapabiliriz. İlk aklıma gelenleri söylüyorum. Suyu israf etmeyebiliriz. Araba denilen teneke parçasını yıkamak için bir ton su harcamayabiliriz. Abdest alıyorum deyu musluğu sonuna kadar açıp döke saça israf etmeyebiliriz. Ne buyurmuştu Hz. Peygamber. Bir nehrin kenarında dahi abdest alıyor olsan yine de israf etme. Daha başka ne yapılabilir. Mesela tarımda yağmurlama ve damlama sistemi yaygınlaştırılabilir. Özellikle kıraç bölgelerde susuzluğa dayanabilen ağaç türlerinin dikimine daha fazla ihtimam gösterilebilir. Bir de aklıma geldiği için söyleyeyim, mühendislerimiz deniz suyunu içme suyuna dönüştürebilen maliyeti düşük bir cihaz üretirlerse zaten hiçbir sıkıntımız kalmaz. Ha gayret!
Burada anti parantez bir şey söylemek istiyorum. Ben Malatyalıyım. Eskiden Malatya'nın birçok yerinde üzüm bağları vardı. Ve bu bağlar susuz yetişiyordu. En tatlı üzüm de bu bağlarda yetişen üzümlerdi. Sonradan bağların bir kısmı bakımsızlıktan dağ oldu, bir kısmı kurudu. Demem o ki su istemeyen belki ekildiği sene çok az su isteyen bu bağlar özellikle orta Anadolu gibi az yağmur alan bölgelerde yaygınlaştırılmalı. Daha başka alternatifler üzerinde düşünülebilir. Bu arada unutmadan söyleyeyim. Manisa çekirdeksiz üzüm üretiminde bir numara imiş. Tebrikler!
Yazıyı hazırlarken İstanbul Teknik Üniversitesi'nin hazırladığı bir rapora rastladım. Bizim meramımızı tam olarak ifade edeceğini düşündüğüm içün özetleyerek buraya almayı uygun gördüm.
1. Yaşamın vazgeçilmez bir unsuru olan su, yerine başka bir madde ikame edilemeyen, sınırlı bir doğal kaynaktır. Sağlıklı suya ulaşmak her şeyden önce temel bir insan hakkı olarak değerlendirilmelidir. Diğer bir deyişle su, toplumsal bir değer olarak düşünülmelidir. Su sorununun çözümüne öncelikle insanların suya bakış açılarını sorgulamakla başlanmalıdır. Günlük yaşamda sıklıkla duyduğumuz 'sudan ucuz', 'sudan bahane', 'havadan sudan konuşmak' vb. deyimler ne yazık ki suyun sınırsız, ucuz ve önemsiz bir kaynak olduğunu izlenimini vermektedir. Bu düşüncelerle yetişmiş bir insanı su tasarrufuna alıştırmak daha zordur.
2. Ülkemizin yarı-kurak bir iklime sahip olduğu daima göz önünde bulundurulmalı, bütün su politikaları buna göre oluşturulmalıdır.
3. Su kıtlığının çözümünde su tüketiminin sektörler arası dağılımı dikkate alınmalıdır. Türkiye genelinde toplam suyun %72'si tarımda (AB: %33), %12'si sanayide (AB: %51), %16'sı de içme ve kullanma amaçlı (AB: %16) olarak tüketilmektedir. Gerek tarımsal, gerek sanayi ve gerekse bireysel amaçlı olsun suyu kullanan sonuçta insandır. Bu nedenle kullanıcıların bilinçlendirilmesi son derece önemlidir. Bu konuda diğer önemli bir nokta da bütün sektörlerin aynı kalitede su kullanmasının yanlış olduğudur.
4. Ülkemiz sanıldığının aksine su zengini bir ülke değildir. Su varlığına göre ülkeler, yılda kişi başına düşen ortalama kullanılabilir su miktarı 1000 m3 den az olan ülkeler 'su fakiri', 1000 m3 ile 3000 m3 arasında olanlar 'su sıkıntısı' çeken ülkeler, 3000 m3 ile 10000 m3 arasında olan ülkeler 'yeterli suyu olan' ülkeler, 10000 m3 den fazla olan ülkeler ise 'su zengini' ülkeler olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı yaklaşık olarak 112´109/70´106=1600 m3/yıldır. Buna göre ülkemiz su sıkıntısı çeken ülkeler arasında yer almaktadır.
5. Su kaynaklarının sürdürülebilirliği önemlidir. 2004 yılında çıkarılan Büyükşehir Belediye Kanunu ile su havzalarının korunması ve barajların yapılması görevi Büyükşehir Belediyelerine verilmiştir. Aslında bu kanun yerel yönetimlere büyük bir sorumluluk yüklemektedir. O nedenle belediye yönetimleri su satışından elde ettikleri gelirleri başta havzaların korunması olmak üzere yine su ile ilgili yatırımlar için kullanmalıdır.
6. Su talebinin karşılanmasında yerel kaynakların akılcı kullanımı ön plana alınmalı, komşu havzalardan getirilen suyun toplam talebin belli bir yüzdesini aşmamasına dikkat edilmelidir. Her şeyden önce su alınan havzadaki mevcut ekosistemin dengesinin korunması son derece önemlidir. Bir sorunu çözmeye çalışırken birden çok soruna neden olmanın yaratacağı kısır döngüden kaçınmak gerekir. Diğer taraftan başka kaynaklardan gelecek suya gereğinden fazla bağımlılık son derece risklidir. Çünkü su alınan havza da her an kuraklık tehdidi altına girebilir. Kuraklığın noktasal değil bölgesel çapta bir doğal afet olduğu gerçeği unutulmamalıdır. (https://web.itu.edu.tr/~kkocak/su_sorunu.htm)
Velhasıl her kim ki bir damla suyun dahi kıymetini bile su gibi aziz ola.
YORUMLAR